Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Cumhuriyete Giden Yol İhanet Taşlarıyla Döşenmişti

“İşte dostumuz! Amerika’nın ihaneti: “WİLSON PRENSİPLERİ” ve General Harbord Baskını

4 yıl, dile kolay… 4 yıl süren kanlı savaş bitmişti. Türk’ün vatanı perişandı. Topraklarının büyük bir kısmı ile nüfusunun en genç ve en kaliteli kısmını kaybetmişti. Ordu Çanakkale hariç her cepheden mağlûbiyeti tatmış ve sefaletin en acı tablolarını sergileyerek dönüyordu. Ahmed’i gördünüz mü diye sormaktan usanmayan talihsiz analara verilecek cevabı yoktu. Feri kaçmış yorgun bakışlardan başka…

İttihat Terakki’nin o anlı şanlı paşaları da artık yoktu. 2 Ekim 1918’de İzzet Paşa (Ahmet İzzet Furgaç) ile Bahriye Nazırı Rauf Bey’in 30 Ekim 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda imzaladıkları Mondros Mütarekesi’nden on gün sonra yollarına baş koymuş Dr. Nazım, Bahaettin Şakir, Bedri ve Azmi beylerle beraber bir Alman denizaltısı ile Odesa’ya doğru yola çıkmışlardı. Açıkçası kaçmışlardı.

Amerika Başkanı Wilson’un prensiplerine inanarak imzalanmış bu ateşkesin ne neticeler doğuracağı ise daha sonra ortaya çıkacak, insan haklarının büyük iddiası olan bu prensiplerin yalnız Türk milletine tatbik edilemeyeceği de çok iyi anlaşılacaktı.

Talât ve Enver paşaların vatan haini olmadıkları muhakkaktı. Cesurdular, namusluydular. Tarih muhakkak hatalarını bulup hükmünü verecektir. Kendileri dahi hatalarını anlayıp itiraf etmiş de olabilirler. Meselâ Talât Paşa 2. Sultan Hamid’in herhangi bir Ermeni saldırısına karşı kurdurmuş olduğu Hamidiye taburlarını söz dinlemeyerek dağıtmasından dolayı pişmanlık duyduğunu itiraf etmişti.

Büyük bir şamata ile ilan edilen Wilson prensipleri başta Halide Edib olmak üzere o devrin aydın kişilerinde büyük bir ümit uyandırmış ama bu ümitler kısa bir zaman sonra sönüvermişti. Kısacası Amerika Başkanı Wilson’un prensiplerine inanarak imzalanan Mondros Mütarekesi’nden sonraki manzara buydu. Wilson, insan hakları havariliğine soyunan Amerika’nın Başkanı Wilson, bu prensipleri iyice kışkırtılmış bizim can düşmanlarımız için kullanacaktı. Wilson Prensipleri Cemiyeti de kurulmuş pek çok kişi bu cemiyete girmişti. Hâtıralarında hiç bahsetmese de Halide Edib de… Bu Amerikan mandasına taraftarlığın ilk adımlarıydı ama devam etmemiş, cemiyet iki ay sonra kapanıvermişti. Bunun sebebi Kâzım Karabekir Paşa’nın Doğu da temelini attığı çok sağlam bir millî dayanışmaydı. Mustafa Kemal Paşa da Doğu’nun bu hassasiyetini sezmiş, Amerika’ya sıcak bakmaktan vazgeçmişti.

Ama Amerika vazgeçmemişti. 1919 yılında bütün arzusunun Anadolu’nun bağrında müstakil bir Ermenistan kurmak olduğunu açıkça ilan etmiş, bu isteğini gerçekleştirmek için Amerikan Generali Harbord başkanlığındaki bir heyeti de alelacele İstanbul’a göndermişti. Heyetin adı da “American Military Mission Armenia” idi. General Harbord bütün Anadolu’yu gezip tetkik edecek, neticeyi Amerikan Başkanı Wilson’a bildirecekti.  Harbord önce Sultan Vahdettin’i ziyaret etmiş, Türkleri Ermenilere toplu katliamlar ve tehcirler yapmakla itham etmişti. Vahdettin’den“ devletimiz ihanet hadiseleri ile karşı karşıya kalmıştır. Münferit olaylar olmuş olabilir, fakat Memalik-i Osmaniye’deki ekalliyetlerin huzur ve emniyeti dünyânın hiçbir tarafında yoktur.” cevabını almıştı.

General Harbord şerefine Robert Kolej’de yapılan toplantıya davet edilenler arasında Halide Edib de vardı. Devrin tanınmış fikir ve kalem adamları da çağrılmışlardı. Dâvet edilenlerin ekserisi başta Halide Edib, Harbord’dan seyahatini Anadolu’nun içinden geçerek yapmasını ve bilhassa Kurtuluş hareketlerinin liderleriyle tanışıp görüşmesini istemişlerdi. Harbord 20 Eylül 1919’da Sivas’a vasıl olmuştu. 4 -11 Eylül tarihleri arasında yapılmış olan Sivas Kongresi bitmiş, Manda meselesi programdan tamamen çıkarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa Harbord ile işte böyle bir ortamda 22 Eylül 1919’da Sivas Sultanisi’nin müdür odasında görüşmüştü.   Paşa’nın yanında Hamidiye kahramanı Rauf Bey ve 1922’de Topal Osman tarafından boğularak öldürülen Mehmed Akif’in yakın dostu Ali Şükrü Bey de vardı. İkisinin de İngilizcesi fevkalâdeydi. Bu iki kurmay deniz subayı Harbord’ı şaşırtmış hayran etmişti. Daha sonra yazdığı hâtıralarında da bu hayranlığından bahsetmişti. Harbord bundan sonra Erzurum’a gidecek Kâzım Karabekir Paşa ile görüşecekti. Harbord şehre girişinde sırtında seferi kıyafeti, arkasında merasim bölüğü ile Kâzım Karabekir Paşa tarafından karşılanmıştı. Askerler şehre girişe kadar yol boyunca iki taraflı sıralanmıştı. Karabekir, misafirine Hoş geldiniz dedikten sonra onu kolordu karargâhında hazırlanmış olan daireye misafir etmişti. Generale refakat edenlerin sayısı önceden bilindiği için hepsi kendileri için hazırlanan yerlere yerleştirilmişlerdi. Harbord ile çok açık bir konuşma yapan, olayları ona en sert gerçekleriyle anlatan Karabekir Paşa hâtıralarında Harbord’u bu satırlarla anlatmıştı:

“Benzerleri gibi kafası, Türkler aleyhine yalan ve iftiralarla doldurulmuştu. Fakat yine çok benzeri gibi hakikatlerin önünde hem pişmanlık duydu hem de aklının ve vicdanının yolunda gitti. Bizi çok dertlendirecek Amerika’nın büyük kuvveti ile aleyhimize fiili vaziyet almasına mâni oldu. Dostumuz olmasa da düşmanımız olarak ayrılmadığına eminim.”

 Karabekir Paşa kendine has davranışı içinde General’e bütün ihanet ve tahrikleri açıklamış ve “Eğer biz komünist olursak Şarkta Rus rejimi dışında memleket kalmaz” diyerek tehdini de ortaya koymuştu. Harbord Türkiye’nin sermayeye ihtiyacı olduğunu ama bu sermayenin de emniyete muhtaç olduğunu ancak bazı önemli noktalara Amerikan askerlerinin yerleştirilmesi şartına bağlı olarak verilebileceğini söylemişti. Kâzım Karabekir Paşa’nın buna karşı verdiği cevap ise kat’i idi. “Anlaşılıyor ki sermayenizi halkın yağmalamasından korkuyorsunuz. Eğer sadece yatıracağınız kapitali masuniyet altına almak için asker gönderecekseniz, meselâ yalnız Erzurum’a üç yüz bin asker göndermeniz icab eder. Yoksa göndereceğiniz on bin asker daha buraya yaklaşırken bizim dadaşların gücü onları silahsız bırakmaya yeter.” Ve Kâzım Karabekir Paşa sözlerini böyle bitirmişti. “Dünya yüzünde güvenilecek en büyük kıymetler arasında Türk’ün sözü vardır. İşte tarih! Alın tetkik edin.” Harbord ise raporunda Erzurum’u bu sözlerle tarihe taşımıştı: “Temeli Türklük ile yoğrulmuş bir tarih beldesi…”   

Mustafa Kemal Paşa Harbord’la görüşmesinden “NUTUK”da bahsetmektedir.  General Harbord’un bazı garip suallerine muhatab olduğundan da… Harbord Mustafa Kemal Paşa’ya “Milletin bütün fedakârlıklarına ve gayretlerine rağmen başarılı olamazsanız ne yapacaksınız?” diye sormuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı NUTUK’da vardır “Bir millet mevcudiyet ve istiklâlini temin için kabil- i tasavvur olan teşebbüsat ve fedakârlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya olamazsa demek o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Binaenaleyh millet berhayat oldukça ve fedakâranesine devam eyledikçe adem-i muvaffakiyet mevzubahs olamaz.”                 

Harbord Robert koleje de dâvet edilmişti. Halide Edib de dâvet edilenler arasında idi. Ona “Tarih sahifelerinde sadece isnat ve iftira olan bu iddialar şayet hakikat olsaydı. Acaba Türkiye hudutları içinde bugün hayatta bir tek Ermeni ve Rum kalabilir miydi? Bugüne kadar yapılmış bütün nüfus sayımlarından pek çoğunu ecnebi mütehassıslar idare etmiştir... Onların tespit ettiği rakamlar ortadadır.” Diyerek çok cesur bir sual sormuş, temsil ettiği Amerika’nın ihanetini ve yalancılığını ispat etmek istemişti.

Türk Ortodokslarının Baş papazı Papa Eftim Erenerol da Harbord’a Ankara’dan bir telgraf çekmişti. Bu telgraf Osmanlı topraklarında yıllardır mesut yaşayan, kışkırtmalara uymayan bir mert ve dost sesin ifadesiydi ve böyle noktalanıyordu: ““Bu memlekette hain olanlar bile sizin memleketinizdeki zencilerden daha mesut ve emniyettedirler.” 

Cumhuriyet’e doğru giden yollarda yaşanan “MANDA” meselesi de mühimdir. Pek çok aydın ve fikir adamı o günün çaresizliği ve perişanlığında “Manda”ya taraftar olmuşlardır.  Buna taraftar olan sadece Halide Edib midir? Tabii ki hayır… Vatanseverliklerinden şüphe edilmeyen pek çok kişi o günlerde Amerikan mandasından başka bir çare görmemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı, Samsun’a giderken yanında olan Albay Refet Bey (Refet Paşa) çok inandırıcı sebepleri sıralayarak mandadan yana tavır koymamış mıydı? Falih Rıfkı Atay “Çankaya” kitabında İsmet Paşa’nın Kâzım Karabekir’e hitâben yazılmış bir mektubunu koymuştur. İsmet Paşa bu mektupta mandadan yana olan kanaatini açıkça ve kesin olarak ifade etmişti:

“Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde, Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır, deniyor ki ben de tamamiyle bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan Amerika’nın murakabesine tevdi etmek, yaşayabilmek için yagâne ehven çare gibidir” diye yazarak… Mecburen manda’ya taraftar olanlar da tedirgindir. Bunu en doğru şekilde Rauf Bey ifade etmiştir: “Bir tek yanlış adım bize istihsali için hayatımızı vakfettiğimiz hürriyet ve istiklâlimize mâlolabilir.” Hamidiye kahramanı Rauf Bey çok haklıdır. Amerikan merkezli korkunç misyonerlik teşkilatlarının Ermenistan fikri etrafında kenetlenmiş misyonerlik gücünü de düşünmek lâzımdır. Amerikan hükümeti ve bu misyoner teşkilatları hiç birbirinden bağımsız olabilirler mi? Dört gün devam eden bu tartışmalardan sonra Manda kabul edilmemiştir.          

Buraya kadar anlattığımız bu olaylar silsilesi aslında bir büyük başarının hikâyesidir.  General Harbord aslında basit bir ziyaretçi değildi. O günlerin büyük kahramanlarından biri olan Kâzım Karabekir Paşa’nın dediği gibi onun başında olduğu şey “Bir tetkik ve tahkik misyonu da değildi. Tatbik heyeti idi. Neyi tatbik edeceğini de biliyordu: Kurulacak “BÜYÜK ERMENİSTAN’ın Amerikan mandası altına alınması şartlarını... Kendisinin Sivas ve Erzurum’a gelmesi, çok şeyi halletmemize imkân verdi. Hakikatleri yerinde gördü ve bunların efsanelerden ayırımını da yaptı.  Amerika’ya da böyle döndü.” Amerikalı general Erzurum’a gitmeyi kabul edince Rauf Bey Mustafa Kemal Paşa’ya “İlk raundu kazandık dememiş miydi?

Bu, Türk tezinin karşı koyulamaz zaferiydi. Amerika Hükümeti Ermeni Mandası isteğini kabul etmemişti.   Geçmişi olmayan bir ülkenin mensubu Harbord, arkasında büyük bir tarih olan TÜRK ile de Sivas’ta ve Erzurum’da tanışmıştı

General James G. Harbord raporuna “YAKIN DOĞU’DAKİ GERÇEKLER” adını koymuştu. Raporda uzun yıllar devam etmiş propagandaların tesirleriyle yazılmış satırlara rağmen GERÇEKLER başlığına ters düşmeyen gerçekleri dürüstçe yazan satırlar da vardı. Harbord’un ve   maiyetinin İstanbul dışındaki gezisi kırk bir gün sürmüştü. Başta Halide Edib olmak üzere fikir ve kalem erbabının ona, “Gezinizi Anadolu’nun içinden geçerek yapınız” diye ısrar etmelerinin ne kadar isabetli bir tavsiye olduğu da anlaşılmıştı.

Harbord “MÜSTAKİL ERMENİSTAN HÜLYASI’nı da ortaya koyduğu rakamlarla kökünden yıkmış Ermenilerin gerçek sayısının müstakil bir devlet olmaya yetmediğini de ortaya çıkarmış, bu doğru sayı ile diğer iddiaların, bir milyon Ermeni’nin tehcirde öldürüldüğü yalanını söyleyenlerin de maskesini indirmişti.

Peki, bu rapor ne oldu? Bunun cevabını “Türk Milli Mücâdelesinde Amerika” adındaki eserin yazarı rahmetli Cemal Kutay versin:

 “Türkiye bu yıllarda öylesine çetin olaylar önünde idi ki ne devlet ne de özel araştırıcılar Harbord’un raporu üzerine eğilmek imkân ve fırsatını bulabildiler. Öte yandan Cumhuriyet’ten sonra Millî Mücâdele hakikatleri üzerinde konuşulması da arzulanmadı, kolay olmadı. Hiyerarşi kavgaları olmuştu, vatanımızda sonradan gelenler önde olanları itmişti, yerlerine geçmişlerdi. 1923’den sonra Harbord’la karşılaşanlar arasında bir Mustafa Kemal yerini yükselterek koruyordu. Ali Şükrü öldürülmüştü, Rauf vatan dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal’den sonra Erzurum’a giderek konuştuğu Kâzım Karabekir evine çekilmeye mecbur olmuştu. Harbord olayı da Amerika için kapanmış, bir dönem Türkiye için hatırlanmaması tercih edilen devre olarak kongre zabıtlarında kapalı kaldı.)

Ben fakir de rahmetli Cemel Kutay gibi sormak istiyorum “Bu olayı şimdiki Dışişleri Bakanımız acaba biliyor mu? Acaba ondan öncedekiler de biliyor muydu?  Hatta Amerika’nın bu günkü Dışişleri Bakanı General Harbord’un “Ön Asya’da Amerika’nın istinadı, kuvvetli ve kudretli tam müstakil bir Türkiye’dir teşhisini hatırlıyor mu?       

 

İstifade ettiğim kitaplar: TÜRK   MİLLÎ MÜCADELESİNDE AMERİKA “Cemal Kutay” BOĞAZİÇİ YAYINLARI- ZOR YILLARIN  ZOR  KADINI  HALİDE  EDİB ADIVAR   “Hicran  Göze”  BOĞAZİÇİ  YAYINLARI