Kayalar, şirin ve sesiz bir kasabaydı. Kısa bir gezintiden sonra aracımıza bindik ve yola koyulduk. Bu arada Marya’yı bizimle yemek yemesi için davet ettik. O da kendi arabasıyla Alaattin Bey ve eşini yanına alarak bize dahil oldu. Anatolika köyünden geçip Uçarlar köyüne geldik. Burada Türkçe bilen biri olduğunu söylediler ama aramamıza rağmen o şahsı bulamadık. Köyde küçük bir eczane ve okul vardı. Etraf sessiz ve bakımlıydı.
Daha sonra Muralar köyüne vardık. Köy harikaydı. Villa tipi evler, şahane bakımlı bahçeler, insanı büyülüyordu. Eşimle yürürken yaşlı bir kadına rastladık. Kadın Türkçe bildiğini söyleyince çok sevindik. İsmi Despina olan bu kadının anne ve babası Çorum’dan gelmişler. Türkçeyi onlardan öğrenen Despina, bize çok sıcak davrandı ve öyle sevindi ki bu heyecanını ‘Sanki 15 yaşındayım!’ diye ifade etti. Kocası ölmüş olan Despina’nın bahçesinde harika çiçekler vardı. Çiçeklerinin tohumlarından isteyenlere mertçe dağıttı.
Bu duygusal ortamdan ayrıldıktan sonra Köseler köyüne geldik. Alaattin Bey’in satın almış olduğu 3.5 dönümlük tarlayı gördük ve Türk toprağı diye aramızda şakalaştık. Kökleri bu topraklarda olan Alaattin Bey’in buradan toprak alması aidiyet duygusunun güzel bir göstergesiydi. Bu bölgede ilk defa bir arazinin yabancıya satıldığını söyleyen Alaattin Bey, ev yaptırmak için ruhsat dahi almış. Etrafta gezinirken ailesi Kastamonu’dan gelmiş olan Dimitris isimli bir kadınla ayaküstü sohbet ettik.
Mübadeleden gelenlerin yerleştikleri bu köylerden ayrılıp saat 14.30’da Vegoritiza Gölü kıyısındaki restorana gelip eşsiz manzara karşısında yemeğimizi yedik, daha sonra yola koyulup Armisa köyüne vardık. Köy temiz, sesiz ve bakımlıydı. Bahçelerde bol miktarda elma ağaçları mevcuttu.
Buradan ayrıldıktan sonra Edissa (Vodina) şehrine vardık. Şehrin ortasından nehir geçiyordu. Pırıl pırıl akan bu nehrin kenarından yürüyüp, şelalenin olduğu parka ulaştık. Etraf, ulu çınar ağaçlarıyla kaplıydı. Şehir o kadar temiz, bakımlı ve yeşildi ki ‘tam emeklilerin yaşayacağı harika bir yer’ diye aramızda konuştuk.
Parkın içinde biraz yürüdükten sonra şelalenin aktığı yere geldik. Bizim Tortum Şelalesi’nden geri kalır tarafı olmayan şelalenin etrafı oldukça bakımlı ve temizdi. Şelalenin sol tarafında sarkıt ve dikitlerin olduğu bir mağara vardı. Ücretle girilen bu mağarayı gördükten sonra güzel fotoğraflar çektirip anıları ölümsüzleştirdik.
Akşam’a doğru otelimize vardık. Kısa bir dinlenmeden sonra tek başıma yürüyüşe çıkıp sahile kadar indim ve bir saat dolaştıktan sonra otele vardım. 24.09.2022 Cumartesi günü kahvaltımızı yapıp saat 10.00’da aracımıza binip sahile indik. Beyaz Kule’nin önünde bulunan tekneye binip çok güzel bir tekne turu yapıp son kez Selanik’i doyasıya seyrettik.
Saat 12.00’de Selanik’ten hüzün ve duygu yükü ile ayrılıp Kavala’ya doğru yola çıktık. Volvi Gölü’nün yakınından geçtik. Gölün manzarası muhteşemdi. Kıyılarında bakımlı köyler vardı. Yolumuz üzerinde çok sayıda, çiftlik, zeytin ağaçları ve seraya rastladık. Yol kenarlarında içlerinde mum yakılan küçük şapeller gördük. Trafik kazalarının olduğu yerlere konulmuş olan bu şapeller ölenlerin ruhu içinmiş!
Yolda gördüğümüz bir lokantanın ‘Aksaraylı Anesti’ levhası mübadeleyi hatırlatıyordu.
Bir müddet yol aldıktan sonra Yunanistan’a ilk girdiğimizde sabah kahvaltısı yaptığımız tesise geldik. Kutusu 5 avrodan satılan meşhur Kavala kurabiyelerinden aldık. Çayımızı içip alışverişimizi tamamladıktan sonra II. Filip’in kurduğu Kavala’ya doğru yola çıktık. 4. yy.’da yapılan su kemeri, şehrin nüfusunun artmasını sağlamış. Kanuni’nin çok önem verdiği Kavala, toplu halde yaşanılan yer manasındaymış.
Su Kemeri
Yamaca kurulmuş olan ve Kıbrıs Harekâtını hatırlatan bir haritanın üzerinde Kuzey Kıbrıs kırmızıya boyanmıştı. İngilizce ve Fransızca yazılan bu haritalardan Kavala’da üç tane varmış! Sağ tarafımızda Kavala Stadyumu’nu gördük. 1974 yılındaki savaşta Kavala’dan çok sayıda ölen olduğundan bazı binaların üzerinde kanlı gözyaşı döken bir çift göz resmi bulunuyordu.
Sahil kasabası olan Kavala bir tepenin eteklerindeydi ve çok güzel bir şehirdi.
Şehrin meydanında aracımızdan çıkıp sahil kenarından yürüyüp hediyelik eşya satan dükkânların önünden geçerek Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın imarethane olarak yaptırdığı binaya geldik. Şimdilerde otel olarak kullanılan bu yapının karşısında Osmanlı’dan kalma evler vardı.
Osmanlı Evleri
Dik bir yokuşu tırmandıktan sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın evinin olduğu yere geldik. Eşsiz deniz manzarasını doyasıya seyredip bolca fotoğraf çektirdik. Tepede atın üzerinde Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın bronz heykeli vardı.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa
Tepeden inmemiz daha kolay oldu. Yol boyunca Türk plakalı çok araç vardı. Hediyelik eşya satan dükkânlardan alışveriş yaptıktan sonra kiliseye dönüştürülen Pargalı İbrahim Paşa Camii’ni ve meşhur su kemerini yakından gördük. Tepedeki kale hâlâ görkemini koruyordu. Şehrin merkezinde dolaştıktan sonra sahildeki otelimize döndük. Etrafta çok fazla turist, kafe ve lokanta vardı. Kavala’nın karşısında da mermeri ile meşhur Thassos Adası vardı
Pargalı İbrahim Paşa Cami
Akşam yemeği için deniz kenarındaki bir tavernaya gittik. Deniz ürünlerinden oluşan menü oldukça lezzetliydi ama çalınan müzik pek hoşumuza gitmedi. Buradaki lokantalarda eksiksiz hizmet veriliyordu ve yemekler bol kepçeydi. Döner, musakka, kuru fasulye gibi bize ait olan yemekler vardı. Kahvaltı kültürleri olmayan Yunanlıların ekmekleri çok lezzetliydi.
Yunanistan’da Pazar günü kafeler ve restoranlar hariç her yer kapalı oluyormuş. İspanyollar gibi siesta yapan Yunanlılar öğle yemeğini saat 15.00’da, akşam yemeğini ise saat 21.00’da yiyorlarmış. Haftada birkaç defa tavernaya gidip eğlenmek alışkanlıkları arasındaymış. Rahatlarına çok düşkün olan Yunanlılara saat 14.00’dan sonra iş yaptırmak neredeyse imkânsızmış. Türk dizilerinin sık izlendiği Yunanistan’da tespih çekme ve tavla oynama kültürü de pek yaygınmış. Gelen tabak boş gönderilmez kültürü Yunanlılarda da varmış.
25.09.2022 Pazar günü saat 09.00’da Kavala’dan ayrılıp İskeçe’ye doğru yola çıktık. Senede bir defa büyük bir karnavalın düzenlendiği İskeçe çok güzel bir coğrafyada bulunuyordu. Yol güzergâhında ilk defa bir cami gördük. Mübadele kapsamı dışında kalan Batı Trakya ile ilgili aramızda konuşurken Sadık Ahmet’i ve onun mücadelesini hatırladık. Tütünü ile meşhur İskeçe’ye saat 09.30’da vardık. Şehrin meydanında araçtan inip Saat Kulesi’nin bulunduğu meydana geldik.
İskeçe Saat Kulesi
Pazar olduğu için biraz ileride olan kilisede ayin yapılıyordu. Merakımdan dolayı kiliseye gidip biraz ayini izleyip kafileyle buluştum. Ortodoks olan Yunanlılar dinlerine çok bağlıydılar. Vergi vermeyen, askere gitmeyen papazların toplumda müthiş saygınlıkları ve güçleri varmış. Mal varlıklarının Yunanistan’ın borçlarını ödeyecek kadar çok olduğu söylentisi halk arasında oldukça yaygın bir kanaatmış!
Saat Kulesi’nin önünde dururken kafilemizin yanına gelen bir kadının ‘Hoş geldiniz!’ demesiyle tüm dikkatler ona yöneldi. Hanımefendi’nin akıcı Türkçesiyle çok içten ve samimi bir şekilde hepimize hal hatır sorması çok hoşumuza gitti.
Kızı Türkiye’de okuyan ve ismi Seviye olan Hanım da eğitimini İstanbul’da tamamlamış. Pazar olduğu için hemen hemen her yer kapalıydı. İleride açık bir hediyelik eşya satan dükkân görünce oraya yöneldim. İçeride genç bir kız vardı. Eşyalara bakıp İngilizce fiyat sorunca kız, Türkçe cevap verdi. Kısa bir şaşkınlık yaşadıktan sonra ismi Şevval olan genç kızla sohbete başladık. Türkiye’de kendilerine Yunan gözüyle bakıldığını, burada ise Türk olarak bilindiklerini, annesinin babasının Türkçe konuştuğunu anlatıp iki arada bir derede kaldığını söyleyince ‘Kızım sen öz be öz Türk kızısın, bunu aklından çıkarma!’ deyip nasihatte bulundum.
Türk’ün izlerini taşıyan İskeçe’den ayrılıp yol alırken rehberimiz solda bir köyü göstererek burada senede bir gün kadınların yaptıkları tüm işleri erkeklerin yaptığını, bu geleneğin hâlâ yaşadığını anlattı.
Öyle bir ortamda yol alıyorduk ki sağ tarafımızda deniz, sol tarafımızda ise göl vardı. Derken ileride gölün üzerinde birbirlerine tahta bir köprü ile bağlanan iki kilise göründü. Kiliselerin biri diğerinden büyüktü. Etraf, müthiş güzeldi ve göl üzerinde çeşit çeşit kuşlar vardı.
Ahşap Köprü
Büyük kilisenin yanında aracımızdan indik. Bu arada ayin bitmiş bir papaz etrafına topladığı cemaatiyle sohbet ediyordu. Sepet içerisindeki kutsal ekmekten her gelen bir dilim alıp yiyordu.
Köprüden geçip, küçük kiliseye geldik. İçeride bir dilek kutusu ve dilek panosu vardı. Panoya alüminyum plakalar üzerine işlenmiş istekler asılmıştı. Ayağı ağrıyan ayak resmi, araba isteyen araba resmi, çocuk isteyen çocuk resmi asmıştı. Dilek kutusunun önünde ise küçük kâğıtlar ve kalem vardı. Gelen bu kâğıda isteğini yazıp kutuya atıyordu. Programda olmayan bu doğa harikası manzarayı görmek ve iki kiliseyi gezmek seyahatimizin artısı olmuştu.
Dilek Panosu
Artık güzel anıları arkada bırakıp ülkemize doğru yönelmiştik. Başkanımız diye takıldığımız Hasan Bey mikrofonu eline alıp gizli bir jüri oluşturduklarını ve bu jürinin çalışması sonucunda gezideki ‘En’leri belirlediklerini söyleyip bir bir hepimizi mikrofona çağırdı. En kanaatkâr, en dayanıklı, en centilmen, en dakik, en cömert gibi adlandırmalarla mikrofona çıkıp Tur Organizasyonunun verdiği hediyeyi aldık ve birkaç söz söyleme fırsatı bulduk.
Gezimiz harika geçmişti. Tüm kafile uyum içindeydi. Hasan Bey’in ara sıra mikrofonu eline alıp esprili konuşmalar yapması çok hoştu.
Kafilemizin maskotu Hasan Bey’in kızı Nihal’di. Çoğumuz torun özlemimizi Nihal’i görünce gidermiştik. Seyahatimiz esnasında hem gezdik, hem gördük, hem de rehberlerimiz ve özellikle yörenin insanı Dr. Alaattin Büyükkaya ile Prof. Dr. Yavuz Aslan ve eşi Prof. Dr. Betül Aslan’dan bölgenin tarihi konusunda güzel bilgiler edindik.
Aromatik bilgiler konusunda bizi aydınlatan Abdullah Köktürk’ün Rumeli ağzı ile anlattığı anekdotlar ve okuduğu türküler de çok harikaydı. Kafiledeki izzet ve ikrama diyecek yoktu. Zaten Yunan porsiyonları yeterince doyurucuydu ama ara öğünlerde araçta yapılan su böreği, çerez, kurabiye, pasta, kete gibi ikramlar çok cömertti. Kafilenin gençlerinden Gökhan Çakır fotoğrafçılık görevini hakkıyla yerine getiriyordu. Bu konuda Yavuz Aslan Hoca da fırsatları kaçırmıyordu.
Seyahatimizi organize eden Vizyon Tur şirketi çok profesyoneldi. Seyahatimizin başından sonuna kadar her şey çok detaylı şekilde planlanmıştı. Bizimle beraber geziye katılan Emre İpekli’nin bu konudaki hassasiyeti ve disiplini seyahatin her aşamasında kendini gösteriyordu.
Saat 12.30’da sınıra gelmiştik. Korkulukları mavi beyaz olan köprünün Yunan tarafından geçince Yunan askeri bize el salladı. Köprünün ortasına geldiğimizde korkuluklar kırmızı beyaza dönüştü ve bizim Mehmetçikler göründü.
Gümrük işlemlerimizden sonra saat 14.15’de ‘Bir başkadır benim memleketim!’ şarkısı ile yola çıkıp aziz vatanımıza kavuştuk.