Kamyon şoförü tonton bir amcaydı. Söylediğine göre onun da çocukları vardı. Hâline acıyan adam Kaya'yı en yakın benzin istasyonuna götürdü. Morluklarına ilaç sürdü. Karnını doyurdu. Olanı biteni sordu. Kaya başından geçen her şeyi anlattı. Kamyoncu, Kaya'ya,
- Hadi artık gidelim, derken bir yandan da,
- Vah! yavrum vah! diye kendi kendine söyleniyordu. İstanbul'a doğru yola çıktılar. Karnı doyan Kaya derin bir uykuya daldı. Gecenin karanlığında kamyon saatlerce yol kat etti. Arada çay ve ihtiyaç molası için durduklarında bile Kaya uyanmadı. İstanbul yakınlarında jandarmanın yol kesmesi ile kamyon sarsılarak durdu. Kaya gözüne tutulan ışıkla zorda olsa uyandı. Yapılan aramada kamyona yüklenen malların arasında uyuşturucu bulundu.
Kamyon şoförü tutuklanırken Haluk yaşı küçük olduğu için ve kamyon şoförünün,
- Yoldan aldım gariban, demesiyle serbest bırakıldı. Ayrılırlarken şoför Amca ona;
- Eski mahallene git, öğretmenini bul, diye seslendi. Jandarma minibüsüyle de olsa bir şekilde İstanbul'a ulaşan Kaya biraz yürüdükten sonra tesadüfen karşısına çıkan parka girdi. Bir banka oturdu. Açlıktan ölüyordu. Başına gelenler onu sarsmıştı ne düşüneceğini ne yapacağını bilemez haldeydi.
Parkta dolaşan simitçi çocuk gelip yanına oturdu. Derken oradan buradan konuşmaya başladılar. Adı Orhan olan simitçi çocuk ona,
- Aç mısın? Simit al, çok taze! dedi. Kaya,
- Çok acım ama hiç param yok, diye cevap verdi sonra,
- Bu koca şehirde nasıl yaşayacağım? Ne iş yapabileceğim? diye söylendi.
Orhan ona simit ve su ikram etti. Sonrasında simit satmak isteyip istemediğini sordu.
- İstersen sana simit tezgâhı ayarlayabilirim, dedi. Birlikte gittiler. Orhan aracı oldu. Fırıncı Necmi Ağabeyden simit ve simit tezgâhı aldılar. Orhan;
- Hayırlı satışlar! diyerek yeni arkadaşına şans diledi. Böylece İstiklâl Caddesinde simit satmaya başlamıştı ki; kalabalıkta bir düdük sesi duyuldu. Kaya tezgâhını toplayıp kaçana kadar bir anda ortaya çıkan belediye zabıtası simit tezgahını aldı götürdü. Kaldırımda donup kalan bahtsız Kaya çaresizce yere dökülen üç - beş simiti toplayarak oradan uzaklaştı. Sokaklar, caddeler yine sokaklar...
Başıboş nereye gittiğini bilmeden saatlerce yürüdü, yürüdü. Kırgındı, kızgındı, öfke doluydu. Ayakları onu taşıyamaz hale gelince yatacak bir yer aradı. Boşaltılmış, yıkık dökük viranelik bir binaya girdi. Bir köşeye sığındı, sızdı. Bir süre sonra sesler duyarak uyandı. Sığındığı binada yalnız değildi. Sokak çocuğu olduklarını söyleyen bir grup çocuk da orada barınıyordu. Kaya onlarla tanıştı. Sonra birkaç çocuk daha geldi. Son gelenler tiner çekiyorlardı. Kaya'ya da teklif ettiler.
- Üşümezsin, dertlerini, acılarını unutursun, dediler. Bir an olsun unutmak unutabilmek ona cazip geldi. Böylece tiner çekmeye başladı. Her şey toz pembeydi. Unutmuştu. Acılarını, dertlerini ve kendini... Tinerden uyuşturucuya geçmek kolay oldu. Satma işine de bulaştı. Satma karşılığı mal biraz da para kazanıyordu. Aldığı para ile anca yarı aç yarı tok geziyor. Bazen de para dahi istemeden mal çekip gün geçiriyordu. Sağlığı gitmiş, karakteri bozulmuş;
yerine ruh gibi gezen, kavgacı, öfke dolu bir tip gelmişti. Bir gün polis operasyonunda sivil polise mal satarken yakalanıp hapse düştü. Koğuşta kaldığı dönemde de bir sürü şey yaşadı. Cezası bitip çıktığında tam bir baş belası olmuştu. Şartlar ve hayat onu,
-Hani bazen ara ara dalaşmaman gereken birine rastlarsın ya işte o benim! noktasına getirdi. Hayatındaki en güzel anıları ailesi ile geçirdiği yıllara aitti.