Sabah kahvaltısında Mustafa Kemal Paşa kat’i konuşmuştu:
- Bugün İzmir’e gireceğiz.
Halide Edip o muhalif ve aksi tavrını gene takınmıştı:
- Bir zafer alayında gitmek istemem, teşekkür ederim. Ben sonra yalnız başıma gelirim.
- Mustafa Kemal Paşa emreden bir sesle:
- Geleceksiniz Hanımefendi” demişti.
Bir zafer alayında gitmeyi, İzmir’e bu şekilde girmeyi istememek… Bu davranışı acaba kendisini zaferde pek fazla hissedar görmemesinin neticesi bir tevazu muydu. Yoksa gene okuduğu Amerikan kolejinin telkin ettiği sahte insaniyetçiliğin devreye girmesiyle ortaya çıkan bir heyecansızlık mıydı?
Velhasıl Halide Edip zikzakları çok olan güç ve zor bir kadındı. Ama büyük savaşı en ince teferruatına kadar kitaplaştırmış ve romanlaştırmış tek kadın da oydu... Ve iyi ki hayatının en mühim devrelerinde yaşadığı haminneli ve dedeli Mor Salkımlı evin havası ummadığı bir anda onu kavrayıveriyordu da bir taraftan denizi ve minareleri gören, Ezan sesini duyan, Beyoğlu, hattâ boğazda bile değil İstanbul tarafında, üniversite ve kütüphânelere yakın bir evde oturmak istiyordu. Hayâtının son yıllarında da hayal ettiği gibi minareleri gören, ezan sesini duyduğu bir evi bulmuş o evde son nefesini vermişti.
İzmir’e zeytin dallarıyla süslenmiş beş otomobille hareket edilmişti. Şehre girerken bir süvari alayı onları karşılamıştı. Halide Edib süvari alayının görünüşünü çok romantik bulmuş, süvari alayının önünde giden genç kumandan bu güç kadının dikkatini çekmişti. ”Kafası bir iskelet gibi, avurtları çökmüş, gözleri dört bir tarafı tarıyor ve durmadan emirler veriyor” diye yazar. Halide Edib hatıralarında 10-11-12 Eylül diyerek bir günlük de tutmuştur. 10 Eylül’de yazdıklarında Lâtife Hanım vardır. “Gözlerim denizde fakat hasret çektiğim Ankara civarında bir köy evi, ocağında durmadan kütükler yanıyor, önünde kurşuni keçi postu ve ben üstünde yatıyorum.” diyerek yorgun vücudunun duyduğu ihtiyacı dile getirdikten sonra böyle devam eder:” Mustafa Kemal Paşa o akşam çok neşeliydi. Lâtife Hanım isminde genç bir hanımla tanışmıştı. Paşa Halide Edib’e Lâtife Hanım’dan söz etmiş, “Bu küçük hanım sizden hocam diye bahsediyor” demiş ve Halide Edib’in kulağına “Boynunda küçük bir çerçevede benim resmim var” diye fısıldamıştı. Halide Edip hâtıralarında Paşa’nın o küçük hanımın kendisine âşık olduğunu hayal ettiğini de yazmaktadır,
Bu tatlı havanın arkasından İzmir’de korkunç bir yangının başlaması ise büyük bir faciaydı. Vatandaşımız olan azınlıklar, Rumlar ve Ermeniler beraberce kiliselerle birlikte pek çok yeri dinamit deposu haline getirmişlerdi. Dinamitler ard arda patlıyordu Manzara tek kelimeyle korkunçtu. İzmir, 15 Mayıs 1919 ‘dan beri aşağı yukarı üç yıl işgali yaşamış olan İzmir bu sefer de yangının işgalini yaşıyordu. 20-25 bin ev ve dükkân kül olmuştu. Binlerce evsiz barksız insan sokaklardaydı.
Halide Edib’in 16 Eylül’deki notunda Mustafa Kemal Paşa’nın artık Lâtife Hanım’ın misafiri olduğunu yazar 18 Eylül’de ise Mustafa Kemal Paşa onu arabası ile İzmir zaferini kutlamak için Lâtife Hanım’ın evinde verdiği dâvete götürecektir. Lâtife Hanım İsmet Paşa ve gazetecilerle beraber Halide Edib’i de dâvet etmiştir. Halide Edib o ânı hâtıralarında böyle tasvir etmiştir.”
“Merdivenin başında siyahlar giyinmiş ufak tefek bir hanım bizi bekliyordu. O zaman Lâtife Hanım’ın yirmi dört yaşında olduğunu biliyorduk. Fakat tavrı çok olgundu Halinde ve selâm verişinde eski dünyanın vekarı vardı. Sosyete kızlarının gösterişi hiç yoktu. Başına sarmış olduğu siyah örtünün ortasında yüzü çok hoştu. İnce dudaklarında büyülü bir irade hissedilmekteydi. Çok güzel ve zeki gözleri vardı. Bu kahve rengi gözlerin etrafına saçtığı ışık çok cazipti”
Halide Edib’e göre Mustafa Kemal Paşa’nın samimiyetle bağlandığı Fikriye Hanım ve Lâtife Hanım hakikaten câzip kadınlardı. Kendisini karargâha götüren İsmet Paşa’nın suali üzerine de Lâtife Hanım’ı çok câzip bulduğunu söylemişti. Ertesi günün akşamında yemek yerken ise Fevzi Paşa ona “Seni Başçavuş yapıyorum” demişti. Teşekkür etmişti ama halkın kendisine yakıştırdığı onbaşılığı daha çok seviyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın “Siz hâlâ onbaşı işareti taşıyorsunuz” demesi üzerine başçavuşluk işaretini Lâtife Hanım’ın koluna dikmişti. Halide Edib ayrılırken de “Hava çok soğuk paltonuz var mı? diye de sormuştu. Olmadığını öğrenince de kendi uzun kurşunî pelerinini getirmişti. Halide Edib yerlere sürünen bu pelerinle Bursa’ya gitmek üzere onlara veda ederek ayrılmıştı. Pek çok insanın sabrını taşıran, dayanılması çok zor olan feci olaylarla dolu olan Bursa’ya … Dönüşte Mustafa Kemal Paşa ile tekrar karşılaşmıştı. Yanında Kâzım Karabekir Paşa vardı. Hâtıralarında ondan “Çok vakur ve iradeli bir insana benziyor” diye bahseder.
Paşa’nın yanında bir başka kişi daha vardı: Fikriye Hanım… Mustafa Kemal Paşa Fikriye Hanım için “Sanatoryuma götürüyorum iyi değil” demişti. Halide Edib arabada veda etmek için büzülmüş oturan Fikriye Hanım’a doğru yönelirken “Bu acılı gidişte İzmir’in tesiri var” diye düşünmüştü.
Mustafa Kemal Paşa İzmir’e girişinden birkaç gün sonra Falih Rıfkı’nın suali üzerine “A çocuğum ben de ne yaptığımı biliyor muyum? Adeta bir rüya görmüş gibiyim” demişti. Ama artık rüya bitmişti. Mustafa Kemal Paşa gerçeklerle karşı karşıya idi. “İzmir”i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz.” Diyen Halide Edib’e de “Dinlenmek mi Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz” demesi de bir başka devrin açılacağının işareti gibiydi. Keşke bu büyük zaferden sonra böyle bir devir açılmasaydı ama açılacak, yorgun savaşçılar yerini dargın savaşçılara bırakacak, dostluklar ve arkadaşlıklar bozulacaktı.
Rahmetli İbrahim Artuç Bey’in “Yeniden Doğuş” adını taşıyanı taşıyan eserinin ikinci cildinde bu konuda vardığı netice çok doğrudur. “Mustafa Kemal yakın arkadaşlarına yardımlarını hiçbir zaman unutmamış onlar karşı daima nazik davranmış, vefasızlık göstermeyi hiçbir zaman düşünmemişti. Ama her gerçekçi lider gibi bir işin daha iyi yapılması için gereken görev bölümünü düşünürken duygularını öne çıkarmaktan uzak kalmıştı. Zaten arkadaşları birbirinden ayıran olaylar da birkaç gün içinde olup bitmiş değildi. Talihsizlikler üst üste gelmiş, zaman içinde bunlar birbiri üzerine yığılarak mukadder sonucu doğurmuştu. Ne yazık ki zamanla iki cepheye bölünen gruplardan biri diğerini saf dışı etmek zorunda kalacaktı. Her ihtilâlde olduğu gibi…”