Yaşar RAVANOĞLU AKDAŞ

Çocuk Gözüyle

Termal deyince aklıma kocaman rengarenk ortancalar, ardından ormandaki dumanlı dere ve yağmurdan sonra duyulan o güzel koku geliyor.  Çocuk hafızamda bunlar orayı rüyâ alemine çeviriyordu. Bunları yazarken gözüm yağan kara takıldı. Kar tipiye dönmüştü. Birden kahve saatimin geldiğini fark ettim.  Canım kahve içmek istedi. Yalnız içmeyi sevmem aslında… Mutfağa yöneldim, tam o sırada kapı çalındı.

-Anneanne ben geldim, diyen torunumun sesini duydum. Sevinçle kapıyı açtım. Torunum Aykızım;

-Anane (o hep öyle söyler) kahve içtin mi? 

Hayır anlamında başımı sallayınca, 

-Tamam o zaman sen otur ben hemen yapıyorum, diyerek mutfağa girdi. Bende salonda kar seyredebileceğimiz bir koltuğa oturdum. Aykızım kahve tepsisiyle salona geldi.

- Büfede bitter çikolata var. Kahveyle iyi gider ayrıca sen seversin, dedim. Torun elinden kahve içmek bir başka keyifli oluyor. Beraberce hem kar seyredip hem konuşarak kahvemizi içmeye başladık. Dereden tepeden havadan sudan konuşurken bana döndü;

-Anane sen boş durmazsın. Neler yapıyorsun? Deyince bende ona, 

-Anlatırım ama vaktin var mı? diye sordum. Cevap olarak var anlamında başını sallayınca bende anlatmaya başladım.
Rahmetli babam senin büyük deden o çok neşeli, şakacı, değişik mizaçlı, iyi bir insandı. Onun hayatı hareketli ve maceralı geçmiştir. Anlatacaklarım onun renkli hayatından sadece bir paragraf. O zamanlar biz üç katlı bir apartmanın birinci katında oturuyorduk. Kocaman bir bahçemiz vardı.  Bahçemize annem bakardı. İki erik, bir ayva, bir şeftali ağacı ayrıca filbahri, yıldız çiçekleri, yasemenler, akşam sefaları ve bir de tavuk kümesimiz vardı.  O zamanlar şimdiki gibi yardımcı teknolojik aletler yoktu. Evimizde yardımcı kadın da yoktu. Her şeyi rahmetli annem yapardı. Annem sakin prensip sahibi becerikli biriydi. Annemler babamlar yedişer kardeşti. Bizde beş kardeştik. Kalabalık bir ailemiz vardı. Evimiz hiç boş kalmaz gelen giden eksik olmazdı. Adeta pansiyon gibiydi. Bir akşam babam yemek saatinden epeyce geç geldi.  Hepimizi masaya topladı.

-Arkadaşım zor durumda olduğu için Yalova Termal'deki pansiyonunu satılığa çıkardı. Bende aldım, dedi.
Herkes bir an sustu. Sonra annem ve ağabeylerim;

-Pansiyonculuktan ne anlar ki?  diye konuşmaya başladılar.
Babam bir yandan gülerken bir yandan da bana 

Biliyor musun bu yaz çok eğleneceğiz! dedi.  Annem hâlâ

-Tüccar terzi adamsın ne anlarsın pansiyonculuktan? diye söyleniyordu. Durdum, kahvemin son yudumunu da içtikten sonra biraz daha su içtim. Aykızım;
 -Anaaneciğim sonra ne oldu? diye sordu. Şimdi devam ediyorum diyerek başladım anlatmaya...
Böylece Termal günlerimiz başlamış oldu. Hafta sonları evdeki misafirlerimizi de alarak pansiyona gidilirdi. Oldukça kalabalık olduğumuz için pansiyonu biz doldururduk. Gelen müşteriye yer kalmazdı, pansiyonumuz dolu hiç yerimiz yok, denirdi. O dönemden hatırladıklarım arasında birden bastıran ve birden kesilen yaz yağmurları da var. Gümbürdeyen gök gürültüleri ve çakan şimşekler hiç hoşuma gitmezdi. Gök gürlemeye başladığı zaman hemen annemin yanına koşardım. Büyük ağabeyim bana Dede Korkut hikayeleri okurdu. O kadar dikkatli dinlerdim ki gök gürültüsünü unuturdum.  Birden kesilen yağmurun ardından yayılan güzel koku... Şimdi düşünüyorum da sanırım o yörenin zengin dokusunun ve orman kokusunun karışımı olan koku...
O yaz öyle geçti. Babam doğal olarak hiç para kazanamadı.  Üstüne bir de zarar etti.  Ama pansiyonculuktan da hevesini aldı. Pansiyonu elinden çıkardı. Sonuçta ben çok eğlendim.  Kaplıcanın, havuzun tadını çıkardım. Ben hariç bütün aile, herkes çok yoruldu. Bu anlattıklarım rahmetli babamın gökkuşağı gibi renkli hayatından bir detay sadece. Sustum. Torunum, 

-Anaaneciğim bitti mi yoksa. Öyle güzel anlatıyordun ki... 

Bir an ikimiz de sustuk. Kar durmuş, bahçeyi beyaz bir güzellik kaplamıştı. Sonra torunum

-Peki sonra hiç Termale gittin mi anaane? dedi. Dedenle balayımızda birkaç gün orada kalmıştık, o zaman görmüştüm. Bizim pansiyonun yerine otel yapılmıştı. Otelin etrafında yürüdük. Çocukluğumdaki o gizem, o tat yoktu. Ya eskiden de böyleydi ya da ben çocuk gözlerimle hayal gücümü birleştirerek bir rüya âlemi yaratmıştım. 2 gün kaldık. Yağmur da yağmadı. Ormanda derenin dumanları arasında yürürken Dedem Korkut söylemiş bakalım ne söylemiş diyen ağabeyimin sesi kulağıma gelir gibi oldu. Sonra torunuma dönüp;

-Hadi git, geç kalma diyerek vedalaştım. 

Notlarımı yazdığım deftere yöneldim. Hatıralarımın dünyasından tam kopmamışken şöyle devam ettim. O günleri anmak garip, buruk bir tat verdi. O günden bugüne kayıplarımız ve doğanlarımız oldu. Kayıplarımızı rahmetle anıyorum. Dünün çocukları olan bizler, ailenin şimdiki büyükleri olarak hatıralarımızı anlatarak, dünden bugüne köprü olmayı düşünmeliyiz derken içimden gelen şu dizeleri mırıldanıyorum.

"Geçmişte yaşanan güzel günler,
Anılarla taşınır bugünlere.
Bizde kalan geçmişin anıları,
Hatıra kalır sevdiklerimize..."