Politik Psikoloji Bilimi, bireyi ve siyaseti de kendine araştırma konusu yapmıştır. Siyaset bilimini Psikoloji ile aynı paydada buluşturan “Siyaset Psikolojisi (Politik Psikoloji)” terimi; sosyoloji, sosyal psikoloji ve tarihi de harmanlayarak kendine bir alan oluşturmuştur.
Seçmenler karar verirken tutumları ile ne kadar tutarlı davranış sergilemektedirler? Yani başka bir deyişle, bireyin siyasal tutumu siyasal davranışı ile ne kadar ilişkilidir. Politik psikoloji bilimi, bu alandaki tüm sorun ve vakalara çözüm arayan bilim dalıdır.
Siyaset psikolojisi, bireylerin ve grupların siyasal davranışını anlamak, açıklamak ve öngörmek için bilimsel araştırma yöntemlerini ve bu bağlamda psikolojiyi de kullanan disiplinler arası bir alandır. Siyaset bilimi ve psikolojinin yanı sıra, sosyoloji, kamu yönetimi, ceza hukuku, antropoloji, iletişim, işletme, iktisat ve diğer pek çok alandan araştırmacıyı bünyesinde barındırmaktadır. Cottam’a göre, “Siyaset psikolojisi, oldukça verimli bir diyalog geliştiren türlerin bir evliliği olarak tanımlanabilir.”
Politik psikoloji liderlerin karakterlerini, yöneten-yönetilen ilişkisini, halkın kendi içindeki ve ulusların birbirleriyle ilişkisini analiz eder. Siyaset psikolojisi, davranışları anlamak, açıklamak ve öngörmek adına sosyal bilimlerdeki pek çok alandan farklı olarak, deneylerden anketlere, spesifik olay çalışmalarına uzanan çeşitli bilimsel araştırma yöntemlerini kullanmaktadır.
Siyasette sosyal kimlik oluşumu, bireyin toplumsal aidiyet duygusu oluşması ve topluma uyum sağlaması için çeşitli kategorilerde sosyal kimlik oluşturmak zorundadır. Bu kategoriler; yaş, cinsiyet, meslek, spor taraftarlığı, parti üyeliği, ideoloji, din, etnik köken, sınıf v.s.. Birey bu kategorilerden bir ya da fazlasına yakın durarak hem yalnızlaşmamış hem de bir gruba ait olma duygusu ile kendi yerini pekiştirmiş olur.
Sonuçta “biz” (kendi içinde bulunduğu iklim) ve “onlar (kendi grubunun dışındaki iklim) kavramı gelişir. Haliyle birey kendi benlik saygısını geliştirmek ve sürdürmek için kendi grubunu üstün tutma eğilimine girer. Bunun sonucunda kendi grubunu “kayırma” ya da “pozitif ayrımcılık” refleksleri oluşur. Ayrımcılık bu noktada başlar ve “ötekileştirme” derinleşir. (Sidanius J., Pratto F.,SBK)
İnsanlar kendi değer yargılarını, duygu ve düşüncelerini, davranışlarını, kendinden olmayana ayrımcılık yapmaları hatta saldırganlaşmaları; statü ve konumlarını korumak aynı zamanda baskın egemen olduğu koşulların devamı için meşrulaştırma eğilimine girerler. Böylece sosyo-politik, sosyo- ekonomik, hiyerarşik vs açılarından daha baskın hale gelerek, statülerini güçlendirir ve kendisinden olmayanın da (diğerleri) dezavantajlı olmasına rağmen kabullenmesi sağlanır.
Meşrulaştırma duygusu, birey kendi düşünce ve eylemlerini haklı gösterme çabasına girer. Sonra ait olduğu siyasal düşünceyi meşrulaştırır. En sonunda sistemli hale getirerek mevcut sistemi değiştirip grup çıkarları doğrultusunda meşrulaştırarak kabul görmesi sağlanır (Tetlock, Philip E., 1994)
Kendini meşrulaştırma çabası: Birey kendi değer yargılarının kabul görmesi için bazı kalıp yargılar geliştirir. Örneğin; zengin biri kendisini fakir biriyle kıyaslarken; kendisinin daha yetenekli, zeki ve çalışkan olduğundan dolayı bu konumda olduğunu iddia eder. Bu algısını çevreye yayarak meşru göstermeye çalışır.
Ait olduğu grubu meşrulaştırma: İçinde bulunduğu siyasi yapının, yanlış olduğunu düşündüğü girişimler dahi olsa; bunları haklı gösterme çabası içine girmesidir. Bu nedenle; kendi grubunda yapılan hatalar hoş görülür (pozitif ayrımcılık) iken benzer hataları yapan diğer siyasal sistemlerde olanlar daha şiddetli olarak cezalandırılır.
Sistemin meşrulaştırılması: Baskın olan siyasi grubun; ekonomik, kültürel, eğitim, entelektüel vs gibi birçok alanda daha üstün olduğunu sık sık vurgulayan eylemler sergiledikçe, toplumun diğer kısmında önce çaresizlik, sonra baskın tarafı haklı çıkarmaya çalışma, son olarak kabullenerek içselleştirmesi ile sistem meşru hale gelir. Böylece sistem meşrulaşarak kalıcı hale gelir.
İnsanlar Kime Oy Vereceklerine Nasıl Karar Verir?. Seçmenleri genel olarak; kararlı seçmenler, zamanın doğasına göre karar veren seçmenler ve kararsız seçmenler olarak sınıflandırabiliriz.
Kararlı seçmenler, zaman içerisinde edindikleri siyasi tecrübe, siyasal bilgi, siyasal yönelim ve siyasi görüşleri bakımından değişime direnen ve bu bağlamda kolay bir şekilde karar değiştirmeyen seçmenlerdir. Kararlı seçmenlerin oy verdiği partiyi değiştirmemesi, zor değiştirmesi bakımından partiler için sadık ve güvenilir seçmenler oldukları söylenebilir. Partiler seçim çalışmaları yaparken uyguladığı propagandalarda genel olarak parti tabanını oluşturan kararlı seçmenleri hedef almazlar. Ancak parti tabanını kaybetmemek adına söylem ve mesajlarda motive edici unsurlar kullanırlar.
Kararsız seçmenler ise partilerin asıl hedef kitlesidir. Partiler seçim dönemlerinde bu seçmenleri kendi taraflarına çekmeye çalışırlar. Özellikle siyasal katılımın yüksek olduğu yerlerde kararsız seçmenlerin oyları belirleyici olmaktadır. Partiler seçim dönemlerinde propaganda faaliyetlerini bu kitle üzerine kurmaktadırlar. Kampanyalar, vaatler ve reklamlar kararsız seçmeni etkilemenin en önemli unsurlarıdır.
Seçim kampanyalarının temel amacı, seçmenleri ikna etmektir. Seçmenleri ikna etmek için birçok ikna tekniği kullanılmaktadır.
Son olarak ifade etmek isteriz ki, yukarıda belirttiğimiz sorular ve benzerlerinin cevapları, bundan önce olduğu gibi bundan sonraki dönemlerde de seçmenin oy verme davranışını anlamanın en önemli unsurları olacaklardır. Bugün bu cevapların daha karmaşık ve içinden çıkılması daha güç bir hal almış olmaları, siyaset psikolojisinin önemini ve seçmen tercihini öngörme sahası her geçen gün önemini arttırmaktadır.