1991 yılında Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla birlikte, iki kutuplu sistemin sona ermesi, tüm ulusal güçlerini mensubu bulundukları blok ve ideolojiye göre yönlendiren ve politikalarını da bu çerçevede şekillendirmek zorunda kalmışlardır. Ortaya çıkan bu yeni ve anî değişim sonrasında devletler farklı tehditler altında kalmıştır. Gerçek olan bir şey varsa onun adı da devletlerin milli menfaatleri olmuştur...
Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan uluslararası sistemin temel karakterinin, ABD’nin yumuşak liderliği altında bir tür çok-merkezlilik, çok-kutupluluk olduğu konusunda birleşmektedir. Bu açıdan duyulan endişe, tarihte çok-kutuplu sayılabilecek dönemlere ilişkin olarak gözlemlenen istikrarsızlık ve çatışma sıklığı ile karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’yi çevreleyen Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Avrupa, Kuzey Afrika, Batı ve Orta Asya’dan oluşan yakın kıta havzası ayrı ayrı ele alındıklarında da, bir bütün olarak incelendiklerinde de coğrafi olarak dünya ana kıtasının merkezini, tarihi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiğini söyleyebiliriz...
Türkiye stratejik kaynakların yanında ve içinde olması dışında Doğu ve Batı’nın ya da “Hıristiyan Batı’nın ve diğerlerinin” ayrıştığı kırılma hattı üzerinde bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye, Asya ile Avrupa’nın yani Doğu kültürü ile Batı kültürünün ayrıştığı bir coğrafi konuma sahiptir. Türkiye, NATO’nun ve AB’nin coğrafi olarak bittiği noktadadır. Kısacası Türkiye, tam bir “Sınırlar Ülkesi” dir.
Türkiye’nin kara sınırlarının uzunluğu 2.753 km, deniz sınırlarının uzunluğu 5.972 km’dir. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin hem kara hem de deniz sınırı olan komşuları; Yunanistan, Bulgaristan, Suriye ve Gürcistan; sadece deniz sınırı olan komşuları, Rusya, Romanya, Ukrayna ve Moldovya; sadece kara sınırı olan komşuları; Irak, İran, Ermenistan ve Nahcivan aracılığıyla Azerbaycan’dır.
Bu nedenledir ki, Türkiye’nin bu alanlar içinde karşı karşıya kalabileceği ya da bir şekilde müdahil olabileceği uluslararası stratejik olgusu tek boyutlu bir anlatımla anlaşılamaz. Aksine, her bir havza ile ilgili uluslararası ilişkiler olgularının bu havza bütünlüğü içindeki çok boyutlu tahlilin ötesinde bu havzalar arasındaki dış politika ritminin sürekli takip edilmesi ve Türkiye’nin stratejik tercihleri açısından yönlendirilebilmesi stratejik bir analizin ve dış politika yapımının olmazsa olmaz gereklilikleri arasındadır.
Anadolu yarımadası, kuvvetli savunma olanaklarıyla, Marmara ve Boğazlar bölgesinin yanında önemli bir stratejik ana bölge olma özelliğine sahiptir. Deniz sınırlarının kara sınırlarından daha uzun olması ve kara sınırlarının da güçlü arazi engebelerine dayanması ülke güvenliği açısından oldukça önemlidir. Zira, jeopolitik yaklaşımlarda coğrafi özellik ile tehditler karşısında duyarlılık arasında doğrusal bir ilişki vardır. Buna göre, her ülke güvenli ve korunması kolay sınırlara sahip olmayı ister. En güvenli sınırlar denizlerdir.
Coğrafi unsurların stratejik açıdan incelenmesi ve stratejik sonuçlar çıkarılması, jeostratejinin konusudur. Ayrıca coğrafi etmenlerin ülkelerin askeri stratejileri üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Jeostrateji; savaş zamanı stratejisini tayin eden, barış zamanı stratejisi içinde yapılan ve muhtemel düşman hareket tarzlarına etkili olan faaliyet ve tedbirlerdir.
Türk Dış Politikası’nda genel olarak coğrafyasının, özel olarak jeostratejik ve jeopolitik konumunun önemli bir yeri vardır. Konuya, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye coğrafyasının önemine işaret ettiği aşağıdaki sözleriyle başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Atatürk, bu konuda şöyle demektedir:
“Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin hür, bağımsız, daima kuvvetli, daima daha ileri Türkiye idealinin, belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük kuvvete dayanmaktadır; Birincisi, toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafi vaziyeti. İkinci olarak, Türk milletinin, silah kadar makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda tarihinin akışını değiştirecek kahramanlıkla ortaya çıkan yüksek benliği…”
Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir köprü olduğu da herkesin sıkça dillendirdiği, bize özgü bir nitelik. Bu durum da ülkemizin doğu-batı hattındaki iletişim, ulaşım ve bağlantısallık açısından önemli bir pozisyonda olmasından kaynaklanıyor. Aylardır yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı Türkiye’nin bu niteliğinin da yeni şartlar altında daha önemli hale gelmesine sebep oluyor.
Türkiye’nin uluslararası ticaret ve ulaşım açısından önemli bir güzergâh ülkesi olması, bu gibi kriz anlarında konumumuz gereğince ülkemize atfedilen önemin artmasına sebep oluyor. Türkiye’nin ana aktörü olduğu Orta Koridor, Kuzey Hattında yaşanan sorunlar yüzünden bu süreçte daha çok öne çıkıyor. Kuzeyimizde yaşanan kriz birçok riski beraberinde getiriyorsa da Türkiye’nin jeostratejik konumu bizler için yeni fırsatlar da sunuyor.
Günümüzde değişen küresel jeopolitikte Türkiye’nin öneminin daha da arttığı söylenebilir. Türkiye’nin jeopolitik önemi; bir yandan dünyanın ekonomik ve politik çıkarlarının çatıştığı bölgenin ortasında ve içinde yer almasından, diğer yandan Türkiye’nin gücünden kaynaklanmaktadır.
Türkiye, mevcut konumu ve bölge ülkeleri ile tarihten gelen sosyo kültürel ortak değerleri olması sebebiyle, büyük milli menfaatlerin çatıştığı ve yoğun stratejik sorunların mevcut olduğu bölgenin tam merkezindedir.
Türk Devleti tarihin ve içinde bulunduğu jeostratejik ve jeopolitik konumun kendisine yüklediği görev ve sorumlulukların bilincindedir.