İsmail KAHRAMAN

Belgeselci - Gazeteci

belgeselciismail@gmail.com

Sanayi Tarihimizin Canlı Şahidi Metin Eriş’in Dilovası Hatırası

Sanayi tarihimizin canlı şahitlerinden uzun yıllar Dilovası’nda kurulu BASF Sümerbank’ın üst düzey yöneticiliğini yapan ve halen kültür konseyi derneğinin başkanı olarak kitaplar yazan değerli kültür insanı Dr. Metin Eriş’in Dilovası ile ilgili 53 yıllık hatırlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birlikte okuyalım

“….Gelelim Dilovası'na, 1969 yılında ovada, - ki biri deniz kenarında antrepo olarak sadece üç sanayi ünitesi varken, bölge hızla,  demir - çelik de dâhil olmak üzere, Türkiye'nin büyük fabrikalarının yerleşme yöresine dönüşmeye başlıyordu. Meselâ bir kimya fabrikasının hemen komşusu bir demir- çelik fabrikası, her ikisinin de kendi içlerindeki tehlikeli durumlarına rağmen kurulmasında, izin mercilerinde beis bulunmuyordu! Doğrusu böylesi kuruluş izinlerinin verilişini insan düşünmek bile istemiyor!.. Bu arada aklıma ise, ister istemez kuruluş yılımız 1969 da, kaynakları açısından dikkate davet eden DSİ Genel Müdürünün bölgedeki yeraltı suyu rezervlerinden bahsedişi geliyor. Bölgenin hızla sanayileşmesi, yeraltı su rezervlerinin artık Dilovası bölgesi için düşünülmesini bile imkânsız hâle getirmişti. Önce biz, BASF Sümerbank olarak, başımızın çaresine bakacaktık. Ve tam 20- 25 km uzaklıkta Dilderesi’nin kaynağından ve köy yolu güzergâhında döşenen boru hatlarıyla fabrikaya su temin edecektik. Biz ilktik ama diğer kuruluşlar ve hatta tekrar bizim, BS. için su teminindeki sorunlar birbirini takip edecekti. Bir başka gelişme ise, yörede ova dâhil, dağ ve tepe eteklerinde görülmeye başlayan gecekonduların birbirini takip ederek hızla çoğalmakta oluşu idi. Kocaeli ve Gebze, bölgede kurulu sanayi tesisleri açısından yerleşim işgaline dur deme noktasını çoktan kaybetmişti. Sanayi ve meskenler!.. Dilderesi’nin suladığı o güzelim ovanın ve tepe veya eteklerinin yeşille donanmış güzelliği, giderek sanayi tesisleri ve hırpalanarak yok edilen yeşili ve su rezervleri ile önce gecekondu mahalleleri doluyor, sonra köy hüviyeti taşıyor ve nihayet nahiye, ilçe olmaya doğru yelken açmıştı... Bizim gibi kuruluşların ise bu gelişmelere ve şekillenmeye ancak bazı toplantılarda yapacağı ve yaptığı ikazlarla müdahâle imkânı olabilirdi ama o da ne kadar mümkündü!.. Ama dinleyen mi!..

BASF-Sümerbank, İşçisi ve İşvereni ile İç İçe Bir Aile idi…

1969 yılında Dilovası’nda kuruluşunu tamamlamış bölgenin 3ncü fabrikası olan BASF-Sümerbank’ta işçi-işveren ilişkileri her zaman aile anlayışı içinde sürüp gitmeye devam edecektir. Oysa o yıllarda çalışma hayatında büyük çalkantılar yaşanıyordu. 12 Mart 1971 Darbesinin sebepleri arasında olan ve İzmit’ten başlayarak, bir “Başkaldırı” hüviyeti taşıyan 15/16 Haziran Olayları bunlardan biri idi. Olaylar Haydarpaşa’ya uzandığında Maden Sanayinden başlamış olmakla beraber diğer sektörlere doğru yaygınlaşmış ve güzergâh boyunca yaşananlar korkunç kelimesiyle bile anlatılmaktan uzak bir tahribat hâlini almıştı!.. Ve iftiharla söylemeliyim ki BASF-Sümerbank işçileri ne o gün ne de daha sonraları 30 yıl boyunca, hiçbir zaman böyle bir ideolojik hareketin içinde olmamışlardır. Bir istisna olarak değerlendirilebilir ama 1987 yılında yaşanan ve Petro-İş tarafından alınan kimya sektöründeki genel grev kararı, BASF-Sümerbank’ın da içinde bulunduğu bütün Kimya sanayinin işçileri için toplu bir uygulamadır ama grev sürerken BS işçileri, bir bölümüyle iş yerinde çalışmaya devam ederek, bir nev’i grevi askıda tutmuşlardır.  Açıkça iddia edebilirim ki, Genel Müdür Yardımcısı hüviyetiyle hizmet verdiğim 30 yıl boyunca BS’deki işçi işveren ilişkileri “Ahî anlayışı” veya modern mânada dile getirilmek istenirse “Japon modelinden” farklı değildi. Hiçbir zaman ihtilâflara sürüklenmemiştir. İşten atmak mecburiyetinde kaldığımız kimseler bulunduğunda bile, haklı olduğumuz teyit ettirilerek ve işçinin varsa hakkı verilerek, rızasıyla çözülmüştür.

Bu noktada Türklerin sosyo-kültürel hayatında asırlar boyu çok önemli bir rol oynamış Ahîlik hakkında çalışma yaparak kitap yazmış olan Oğuz Çetinoğlu’nun kaleminden kısa bir alıntıyı satırlarımıza alalım...

Ahîlik Teşkilâtı 

Türk'e has değerleri en mükemmel şekilde korumuş, insana değer vermiş, onun sağlık, huzur ve iyi şartlar içerisinde yaşaması için çalışmıştır. Göktürk Kitâbeleri; Türk milletine, o günün şartları içerisinde Çin kültüründen korunmasını emrediyordu. Ahî Evran ve Ahîler de Türk kültürünü oluşturan değerleri koruyup geliştirdiği gibi, vazifeyi gelenek hâline getirmiştir. Bu gelenek, günümüzde de millî ve mânevî hassasiyete sâhip çoğunluk tarafından devam ettirilmektedir.

​Türklerin, Türkistan'da, Anadolu'da, Kafkaslar ‘da ve Balkanlar'da inşa ettikleri kültür ve medeniyet, tarihin en insani, en âdil ve en üstün medeniyetlerden biridir. Asırlar öncesindeki o medeniyeti ve idare tarzını, babalarından dedelerinden dinleyen, şimdilerde başka bir medeniyet ve yönetimler altında yaşayan insanlar hasretlerini dile getiriyorlar. İnsanlarımızın bir kısmı, Türklerin yarattığı kültür ve medeniyetin farkında olmayabilir. Onlar; medeniyetimizin, dünya insanlığının ortak üretimi olduğunu düşünüyor olabilirler. Ancak Ahîlik prensipleri, Ortaçağ’da Türk Rönesans’ı olarak anılır. O prensipler, günümüzde yeni Türk Rönesansı'nın temel taşlarını temsil edecek değerlerimizdir. Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın ifadesiyle; "Balık için deniz ne ise, Türk milleti için de içinde yaşadığı, yaşattığı ve geliştirdiği kültür de odur." Ve tabii Âhilik sosyo-kültürel yapı içerisinde iktisadî hayatın da temel taşıdır. Bu anlayıştan bazı esintileri Dilovasında gelişmeler içerisinde sağlayabildik mi? Sanırım evet. Hem üst yöneticiler hem bütün çalışanlar Devlet yönetimi ile de kucaklaşacak ve birlikte önemli adımlar atılmasına vesile olacaklardı. (Kaynak. Dr Metin Eriş Dilovası Hatıraları kitabı)