Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Peygamberimiz ve Çocuklar

En büyük zevkimiz kesip biçmek…
“Bu kadındır, bu yavrudur.” demedik.
Sonu gelmişti insanın… Lâkin
Seni kulsuz bırakmak istemedik.

 

Arif Nihat Asya

 

Sevgili Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onun bütün insanlığa hoşgörüyle ve muhabbetle bakan kalbi çocuklara da ne kadar yumuşaktı. Kendi çocuklarına da çok alâkalı ve çok düşkündüler.  Oğlu İbrahim o devrin âdetlerine uygun olarak bir süt anne’ye verilmişti. Medine’nin epeyce uzak bir semtinde oturan süt anne, Peygamber baba tarafından sık sık ziyaret edilirdi. Allah’ın son peygamberi çok özlediği oğlunu kucağına alır öper ve severdi. O çocuklarla şakalaşmaktan da çok hoşlanırdı. Amcası Abbas’ın üç oğlunu bir hizaya dizdikten sonra “Bakalım bana önce kim koşup gelecek? der, koşarak eline, koluna, sırtına dolanan yeğenlerini kucaklar öperdi.

Muharebe dönüşlerinde kendisini karşılamaya gelen çocukları, devesinin önüne oturturdu. Torunları Hasan ve Hüseyin’e de çok düşkündüler. Hz. Ömer bir gün Hasan ve Hüseyin’i dedelerinin sırtında görünce gayri ihtiyarî mırıldanmıştı “Altınızdaki ne güzel binektir…”   Peygamber dede hemen cevap vermişti: “Üstündeki biniciler de ne güzel”    

Namaz kılarken bile kendisini rahat bırakmayan, sırtına tırmanan torunlarını incitemez, düşmemeleri için etrafındakileri işaret ederek “Onları tutun” derdi. Bir gün gene torunlarını o mübarek sırtlarına bindirmiş gezdiriyor ve konuşuyordu: “Deveniz ne güzel, binicileri de güzel...” Çocuklara sevgisi ve hoş görüsü o kadar büyüktü ki onların biraz büyüyüp, ayaklandıktan sonra mescitte namaz kılanlar arasında koşup yürümelerine bile ses çıkarmazdılar.

Allah Resulünün hizmetinde bulunan Enes, O’nun kendisini bir kere bile sert davranmadığını anlatmıştır. Kuşu ölen bir çocuğa ise başsağlığına giderek onu teselli etmiş ve sakinleştirmiştiler. Her hareketine hâkim olan eşsiz bir zerafet ve güzellikle çocukları incitmekten hep çekinmişlerdi. Hele yetimleri ve öksüzleri… Onlara çok başka bir hassasiyetle yaklaşırlardı. Yetimliği ve öksüzlüğü kendi şahsında yaşadığı için çok iyi bilen bir insan olarak annesi olmayanların saçlarını hafif hafif okşarlar, babası olmayanların saçlarını ise biraz daha sertçe karıştırırlardı.

Bir Hadislerinde “Yetime ikramda bulunan evi merhametli olan Allah çok sever.” buyurmuşlardı.  Çok sevdiği kızları Fatıma’yı nikâhladıkları Hz Ali, Allah Resulünün ve eşi Hz Hatice’nin, kadınların ilk Müslümanı olan  bu büyük kadının şefkat dolu yuvalarında büyümüş, genç erkeklerin ilk Müslümanı olarak tarihe  geçmişti. Hz Muhammed’in ve eşi Hz. Hatice ile gizli gizli namaz kıldıklarını gören genç büyük bir şaşkınlıkla onlara “Ne yapıyorsunuz?’ diye sormuştu. Cevap Allah’ın varlığı ve onun birliğiydi. Putlara tapmak yasaktı. Genç çocuk o zamana kadar nâzil olan birkaç âyeti de dinleyince şaşırmış, hayran kalmıştı.  Ama on, on bir yaşında bir çocuk olarak babam Ebu Talib’e de bir danışayım diyerek yavaş yavaş uzaklaşmıştı. O gece sabaha kadar uyumamış, dinlediği âyetler ve putlar karmaşasında sabahı zor etmiş, Hz Peygamberin karşısında o perişan haliyle ağzından bu şaşırtıcı sözler dökülmüştü: “Allah beni yaratırken Ebutalib’e sordu mu ki ben Allah’a iman ve itaat etmek için ona danışayım” demiş ve müslüman olmuştu. Babası Ebutalib Hz Peygamberin amcasıydı. Yeğenini küfür taifesine karşı son nefesine kadar korumuştu. On, on bir yaşındaki oğlu Ali, on, on bir yaşında büyük bir aşk ile Müslüman olurken baba Ebu Talib Müslüman olmamıştı. Ama yeğeni, son peygamber Hz. Muhammed ve onun etrafındaki Müslümanlarla beraber açlık dâhil her türlü eziyete onlarla beraber katlanmıştı. Hz. Muhammed kendisinin en büyük desteği ve koruyucusu olan bu amcayı peygamberliğinin onuncu senesinde kaybedecekti.  Hz. Hatice ile… Üç gün arayla… Amcanın ölümüyle Kureyş’in zulmü ve işkencesi daha da artacak, dayanılmaz hâle gelecekti. Çok sevilen bu amcanın Müslümanlığı kabul etmeden ölüşü ise Peygamber yeğeninin hiç unutamadığı bir acı olarak kalacaktı.   

Çocuklar hakkındaki hassasiyetini ise sık sık tekrarladığı bu sözlerle ilân edecekti. Çocukların yüzüne vurulmayacaktı. Baba evlâtlarının yemesini, içmesini ve giyimini temin etmeden başkalarına yardım etmeyecekti. Baba yedirip içirmeye ve giydirmeye önce çocuklardan başlayacaktı. Artarsa yakınlarına gene artarsa başkalarına yardım edecekti. Çocuklarını ihmal ederek başkalarına yardım eden bir baba makbul değildi. Yetimler ise Kur’an-ı Kerim’in ve o ahlâkı titizlikle yaşayan Hz. Peygamberin üzerinde ısrarla durduğu bir konuydu. “Yetimlere merhametli olunuz, onlara iyilikle muamele ediniz. Arkalarını sıvayınız, yediklerinizden yediriniz. O zaman kalpleriniz yumuşayacak, evleriniz bereketlenecektir.”  Kendilerinin sakınılmasını istediği şeylerden biri de “Yetim malı yemekti”

Ve gene böyle buyurmuşlardır: “Ben sizlere iki zayıfın hakkını haram ederim. Birisi yetim diğeri ise kadındır.” Yanlarındaki yetimlerin haklarını titizlikle koruyanlar, onların iyi yetişmesi için gayret edenler cennetle müjdelenmişlerdir. Gençleri spor yapmaya teşvik etmişler ve at yarışlarını bir spor olarak kabul etmişler, İslam’ın şiddetle menettiği ve yasakladığı kumar haline dönüşmesine izin vermemişlerdi. Çocukların topraktan yapılmış bebeklerle oynamasını gülerek seyrederlerdi. Yarış etmeyi ve güreşi severlerdi. Eşi Ayşe ile yeni evlendikleri zaman yarışmışlardı. Çok genç ve çok zayıf olan Ayşe, Allah resulünü geçmişti.  Yıllar sonra Hz. Peygamber kilo alan eşi ile tekrar yarışmıştı. Ama Ayşe bu sefer sevgili eşini geçememişti.

Bütün bunlardan çıkan netice Hz peygamberin yüklendiği büyük vazifeye rağmen neşeli, yumuşak, çocuklarla oynamaktan keyif alan bir insan oluşudur. Çocukları sevdiği kadar hayvanları da sever ve onlara çok acırdı. Arkadaşlarından biri bir kuş yuvası görmüş, merakla yaklaşmıştı. Korkan ana kuş ise kaçmıştı. Adam yavruları alıp bir mendilin içine koyunca ana kuş mendildeki yavruların etrafında döne döne uçmaya başlamış, biraz sonra da mendilin içine, yavrularının yanına konuvermişti. Bu bir kuş tuzağıydı. Ana ve yavruları bu hain tuzakla yakalanmışlardı. Bu kişi Hz. Peygambere gülerek bu olayı hikâye edince, Allah Resulü çok kızmışlar, adama kuşları derhal yuvalarına bırakmasını söylemişlerdi.

Bir gün de yavrularını emziren yabani bir tilkiye rastlamışlardı. Onları bir müddet seyrettikten sonra askerlerini çağırarak o tarafa kimsenin gitmemesini tembih etmişler, hatta bir nöbetçi bırakılmasını da istemişlerdi. Bir başka gün ise bir deve koşa koşa gelmiş kendilerinin önünde çöküvermişti. Deveyi yakalamak için koşanlar ise şaşırmışlardı. Deve yaşlanmış, işe yaramaz olmuştu sahipleri onu kesmeye karar vermişti . Allah resulü önünde çökerek yardım ister gibi kendisine bakan deveye çok acımış ve sahiplerine dönerek “Onu kesmeyin, otlağa salın. Size bunca yıl hizmet ettiğine göre emekli olmaya da hak kazanmıştır.” Demişlerdi. Saçı sakalı birbirine karışmış pasaklı ve pis görünüşlü kişilerden hoşlanmazlardı. Saçların ve sakalın düzgün ve temiz olmasını isterlerdi. Mescitte rastladığı böyle bir kişiye “Temiz ve düzgün bir kıyafet giy, mescide öyle gel” demişlerdi. Üstü başı dökülen dilenci kılıklı adamın bu halini “Fakir değilim ama yardım sever olduğum için bu halde geziyorum” diyerek açıklaması üzerine ise “Allah kullarının üzerinde verdiği nimetin eserini görmek ister” buyurmuşlardı. 

Aziz okuyucularım Ramazan’a veda ettiğimiz bu günlerde elimden geldiği kadar o nurlu hayattan bazı örnekler sunmak istedim. Gerçek Müslümanlık o hayatın içindedir. Kuran’ı Kerimin gerçek yorumu da o hayattadır efendim. Sakın unutulmasın.