Ramazan, insanı özünden kavrayan, bireysel ve toplumsal planda değişim ve dönüşümü kolaylaştıran bir zaman diliminin adıdır. Üç Aylar’ın girişi, kandil günleri Ramazan’ın habercileridir. Ramazan yaklaştıkça, farklı bir iklim kuşatır Müslümanları. Tatlı bir heyecan dalgası, tatlı bir telaş ister istemez kendi varlığını hissettirir. Bir buçuk milyar Müslüman, bu bir aya farklı bir gözle bakar. Ramazan, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak bilinir. Ramazan, Hz. Muhammed’in ifadesiyle “cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapatıldığı” bir aydır. Oysa, salt “zaman” kavramını merkeze alarak düşünecek olursak, Ramazan’ın Ay Takvimi’nde yer alan 12 aydan birisinin adı olduğunu görürüz. Bir zaman diliminin, başka zaman dilimlerinden farkı, insanın ona yüklediği anlam sayesinde olur. Bu bakımdan, Ramazan günlerini farklı kılan birtakım ciddi sebeplerin olması gerekir. Daha açık bir ifadeyle, Ramazan’ı farklı kılacak olan biziz. Eğer bizler, bu 29 gün boyunca gerçekten “anlamlı” denilebilecek işler yaparsak, enerjimizi Kur’an’ın ifadesiyle “salih amel”e, iyi işlere dönüştürmeyi başarabilirsek, bu zaman dilimi, hayatımızın en güzel zaman dilimi olabilir. Daha da ötesi, bundan sonraki hayatımız da Ramazan tadında geçebilir. Ancak, insanla ilgili her şeyin temelde “farkındalık”la ilgili olduğunu hemen hatırlamalıyız.
Kur’an,. Ramazan’la ilgili farkındalığı bilinç düzeyine taşımak için iki önemli hususa dikkat çeker: Birincisi, Ramazan Kur’an’ın insanla buluştuğu zaman dilimidir. Kur’an’ın “bin aydan daha hayırlı” olduğunu belirttiği Kadir gecesi, Ramazan’ın gecelerinden birisidir. Kadir gecesini bu denli önemli ve anlamlı kılan, Kur’an’ın o gece insanın dünyasını aydınlatmaya başlamasıdır. O zaman, şu gerçeğin altını çizmekte fayda vardır: Ramazan’ı anlamlı kılan Kur’an ise, Müslüman insan, Kur’an’ı anladığı kadar, Kur’an’dan hareketle değer üretebildiği kadar bu güzel günleri kendisi için daha anlamlı ve yararlı hale getirebilir. Daha açık bir ifade ile, Müslüman, Kur’an’ı anladığı kadar Müslüman olabilir.
Ramazan’ı anlamlı kılan ikinci husus “oruç”tur. Yüce Yaratıcı, bu aya ulaşanların oruç tutmalarını istemektedir. Yani, oruç Müslüman için farzdır. Bu husus, Bakara suresinin 183 ve 184. ayetlerinde şöyle belirtilir: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sayılı günlerde size de farz kılındı, ki Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa, o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için hayırlıdır.” Bu ayet, Ramazan’ı anlamlı kılan “oruç”un İslam’dan önce de bilindiğini ve tutulduğunu gösterdiği gibi, oruçla birlikte, Müslüman insanın sorumluluk bilincinin gelişmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Ramazan’la ilgili keşif yolculuğu, daha işin başında bizi “zaman” ve “sorumluluk” gibi iki önemli kavramla karşı karşıya getirmiştir. Şimdi biraz daha meseleyi yakından kavramaya çalışalım: Zaman, biz farkında olsak da, olmasak da, değerlendirsek de, değerlendirmesek de, avucumuz için kayıp gitmektedir. İnsanoğlunun hiç düşünmeksizin tükettiği bir sermayedir zaman. Oysa, insan olmanın temelinde kendi varlığının farkında olmak yatıyorsa, kendini inşa etmenin temelinde de, zaman konusunda duyarlılık yatmaktadır. Zaman bilinci gelişmemiş kimselerin, enerjilerini salih amele dönüştürmelerini beklemek elbette doğru olmaz. Çünkü insanın kendi varlığının farkında oluşu, zamanın ve mekanın farkında oluşla birlikte mümkün olmaktadır.
İnsanın kendi varlığının farkında oluşu, onu Tanrı’nın farkında olmaya götürür. Boşa dememişler: Kendini bilen Rabbini bilir diye. Gerçekten de, kendini bilmek en büyük erdemlerden birisidir. Koca Yunus: “İlim ilim bilmektir; /ilim, kendin bilmektir./ Sen kendin bilmezsen, /Bu nice okumaktır?” derken, gerçeğini en güzel şekilde özetlemiş olmaktadır.
Diyoruz ki, Ramazan’da birlikte yapacağımız keşif yolculuğu, öncelikle kendimizi, bizi, insan gerçeğini işaret etmektedir. Ramazan, insanın kendini tanıması, anlaması için mükemmel bir fırsattır. Kendini bilen, ister istemez Yüce Tanrı’yı da bilmek isteyecektir. Ancak, bütün keşif yolculukları, çetin geçer. Eğer engellerin aşılmak için var olduğunu bilirsek, hiçbir şey bizi, hakikate ulaşmaktan alakoyamaz. İsterseniz, sözün tam da burasında Hasan Hüseyin’in ”Yolcu”suna kulak verelim: “Görüyorum ki, bir on önce varmak istiyorsun oraya. Gerginsin, kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu! Coşkunluğun ne güzel, gerilimin ne güzel, öfken ne güzel! Sana selâm, sana saygı, ey yolcu! Fakat düşündün mü yolunun uzunluğunu? Neler var yolunun üstünde, düşündün mü? Koşar-adım aşabilecek misin şu dağı, geçebilecek misin bu hızlı şu beli, tırmanabilecek misin bu solukla şu sırtı? Ovada dikenler boy-atmıştır belki, kayalar yollara uçmuştur, kuru dereleri seller basmıştır, kar yağmıştır belki o tepelere? Böyle, uçar gibi geçip gidebilecek misin oralardan, hemen varabilecek misin oraya? ı8elki sırtlanlar üşüşmüştür leşlere, kuzgunlar çöküşmüştür ak kayalara, kuduzlar tutmuştur belki yolları. Belki silinmiştir ayak izleri yolcuların. Bütün bunları bir bir düşündün mü, ey yolcu? Çünkü sen, ne ilk yolcususun bu yolun, ne de son. Derim ki sana: Nehirler boyunca git! Nerelerde ve niçin durgundur nehirler, nerelerde ve niçin hırçındır nehirler, nerelerde ve niçin mendereslidir, nerelerde ve niçin çağlayanlı ve de çavlanlıdır nehirler, gözlerinle gör, duy kulaklarınla! Gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlere! Derim ki sana: Denize varmaktır amacı nehrin, denize varmak, ey yolcu!” (Acıyı Bal Eyledik)
Evet, şairler gerçekleri bir başka güzel anlatıyorlar. Keşif yolculuğu, emek isteyen, var olmak cesareti isteyen bir yolculuktur. Hayırlı Yolculuklar….