Dünyanın bütün ülkelerinde, savaş ve barış, özgürlük ve eşitlik, geniş kapsamlı düşünen aydınların yaptıkları, tartışmaların ana konularını oluştururlar. Özgürlüklerin alanını daraltan otokratik yönetimlerde, barışın güvercinlerinden daha çok, savaşın şahinleri güç kazanırlar. Ülkelerde otokratik yönetimler çatışmaları, demokratik yönetimler uzlaşmaları büyüterek, ömürlerini uzatmaya çalışırlar. Biri savaşa önem verirken, biri barışa önem verir.
*
Dünyanın orta kuşağında, Asya’nın ve Avrupa’nın bilgi ve bilgelik tarihinin, ana gövdesinde büyük yer tutan, Türk ve İslam dünyasına barış getirmeden, dünyadaki savaşların sonu alınmaz. Müslümanlarda “Dinde zorlama yoktur” denilerek, barış alanını hayal edilmeyen boyutlara ulaştırılır. Bu yüzden kendilerine savaş açılmadan, kimseye savaş açmayan Müslümanlar, dünyadaki savaşları önleme, barışının güvencesi olma sorumluluğu taşıyorlar.
*
Müslüman ülkelerin ana sorunlarının ilk sıralarında, zengin doğal kaynaklarını değerlendirerek, üretim güçsüzlüğünün üstesinden gelmek ve yönetim yapılarının demokratikleştirmek geliyor. Üç yönden Avrupa’ya gelen Müslümanlar, Avrupa’nın bilgi ve bilgelik tarihinde, Yunan’dan ve Roma’dan daha çok katkıda bulurlar. Müslümanların desteğini almadan, Avrupa Amerika ve Çin karşısında, varlığını ve gücünü koruyamaz.
*
Dünyada barışın sevdalıları, silahsız güçleriyle üretim alanlarında yarışırken, savaş peşinde koşanlar, silahlı güçleriyle cephelerde savaşırlar. Demokratik yönetimler güçlerini pazarlardaki yarışlardan, otokratik yönetimler güçlerini cephelerdeki savaşlardan alırlar. Ekonomik sınırların, siyasal sınırların önüne geçmesiyle, dünyadaki otokratik yönetimler, uluslararası ilişkilerde ağırlıklarını yitirirken, demokratik yönetimler ağırlık kazanıyorlar.
*
Silahlı güçlerin güçsüzleştiği bir yüzyılda, paylaşımcı ekonomiyi, katılımcı yönetimi otokratik yönetimler değil, demokratik yönetimler geliştirirler. Dinler, diller ve soylar arasında ayrım yapmadan, bütün insanların eşitliklerine ve özgürlüklerin önem veren, bütün insanlara seçme ve seçilme hakları tanıyan, demokratik yönetimler karşısında, otokratik yönetimlerin hayat kaynakları kuruyor. Hiçbir ülkede insanlar, baskıcı yönetimlerde yaşamak istemiyorlar.
*
Avrupa ülkeleri nasıl kendi demokratik yönetimleri kendileri geliştirmişlerse, Müslüman ülkeler de kendi demokratik yönetimlerini kendileri geliştirmek zorundalar. Ekonomilerde paylaşımın, yönetimlerde katılımın sınırlandırıldığı ülkelerde, demokratik yönetimler yeni açılımlar kazanmazlar. Ülkelerde özgürler üretim güçlerini, eşitlikler yönetim güçlerini zenginleştirirler. Katılımcı yönetime Atina değil, Medine çok daha güzel örnek olur.
*
Yirminci yüzyılın tarihinde görüldüğü gibi, bütün ülkeler yönetimlerini kendileri geliştirirler.
*
Demokrasilerde seçenler yönetimlerin, yönetimler seçilenlerin güvenceleri olurlar.
*
Dünyada katılımcı yönetimlerin temelleri, Avrupa’dan önce Asya’ya dayanır.