Çanakkale sâdece bir muhârebe değildir. Büyük bir savaştır, olanca coşkunluğu ile millî ruhun, yazdığı bir destandır. Çanakkale’yi geçilmez kılan bir destan… Türk ordusu Çanakkale’de her tümeni, her birliği ve her kumandanı ile kendisinden bekleneni değil beklenmeyeni de yapmıştır. Çanakkale savaşı açlığın, susuzluğun yıldıramadığı kahramanların destânıdır. Türk’ün büyük düşmanı, İngilterenin Donanma Bakanı Churchil’in 18 demir kap dediği mayınlar, Nusret mayın gemisinin kahraman askerlerinin döşediği 26 mayın koskoca İngiliz-Fransız donanmasını durduruvermiş, Müstecip Onbaşı bir İngiliz deniz- altısını batırmış, Seyit Onbaşı daha sonra kaldıramadığı iki yüz yirmi beş kiloluk mermiyi vatan aşkıyla ve iman gücüyle o gün kaldırmış, Çanakkale’nin bir başka unutulmazı Muaveneti Millîye gemisi de düşman kruvazörünü o ruhun tahrik ettiği gayretle torpillemişti.
Ya Mustafa Kemal, tarih 25 Nisan 1915’i, saat ise 11’i gösterirken emir almadan, emir almayı beklemeden kendi insiyatifiyle Arıburnu’na gelemeseydi neler olurdu? Evet, neler olurdu? Düşman Arıburnu’nu vurur, Saddülbahir cephesini de arkadan kuşatıp Çanakkale’yi ele geçirebilirdi. Albay Halil Sami Bey’i de unutmayalım. Seddülbahir cephesini Yarbay Mustafa Kemal gelene kadar o cehennemi andıran ilk günde bütün gücü ve gayretiyle müdafaa edip, bir alayını Mustafa Kemal’in emrine vermeseydi ne olurdu? Çanakkale düşmüş olurdu. Tarihe arkasında binlerle ifâde edilen çok genç bir şehitler ordusu bırakarak geçen Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’na da rehberlik edecek Kuvayı millîye ruhunun habercisi olmuştur.
Vatanı Çanakkale’de “Allah Allah” diyerek kim bilir kaç kere kurtaran bir şehitler ordusu… Kimlerdi onlar?.. İşte fatihalarla anacaklarımızdan bazıları Yarbay Hüseyin Avni Bey, Fahrettin Altay Paşa, Yarbay Hafız Kadri Bey, Albay Selahattin Adil Bey, Albay Şefik Bey, Binbaşı Halis Bey, okullarını bırakıp cepheye koşan genç yedek subaylar ordusu… Yahya Çavuşlar ve tabii Mehmetçikler… Ya isimleri bu güne kadar gelen spor kulüplerimiz… Çanakkale’de onların verdiği şehitler… Birbirleriyle attıkları gollerin sayısı ile değil verdikleri şehitlerin sayısı ile yarışan spor kulüpleri… Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş… Meselâ Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu Arif, Yüksek Mühendis Arif Bey, Çanakkale’de Bor Ovası’nda kalbine isabet eden bir kurşunla şehit düşen Arif Bey… Galatasaray’ın efsane futbolcusu Hasnun Galip de Çanakkale şehidi. İkisi de kumandanlarından alınan izinle arabalarına değil, atlarına atlayarak, 26 saat at sırtında Kadıköy’e gelip takımlarını savunmuşlardı. Çanakkale’de vatanlarını sahada ise takımlarını… Kafkas cephesi dâhil diğer cephelerde şehit olan çoğu doktor, mühendis futbolcular… Tıbbiye, Galatasaray Sultanisi nasıl boşalmışsa bu takımlar da öyle boşalmıştı. Ve hatırladıkça çok ağladığım bir kahramanlar alayı 57. Piyade Alayı… Kumandanından saka neferine kadar bütün mevcudu ile şehit düşmüş bir Alay… Birinci Dünya Savaşı’nda Türkler İngilizlere Çanakkale ve Irak olmak üzere iki kere muhteşem bir mağlubiyet tattırmışlardı. Bu kahramanlıklar ve bu akıl almaz direnişler Sevr gibi bir paçavra ile neticelenmiş olsa da Çanakkale ruhu ölmemişti. Sevri parçalayan da zaten o ruhu taşıyan Çanakkale kadrosu olmamış mıydı? Tabii en başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Mareşal Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir, Fahrettin Altay, Cemil Conk, Şefik Aker…
“Türkler insan sayılmaz onlara zehirli gaz kullanmak lâzımdır diyen Churchil, onların Çanakkale Savaşındaki döğüşmelerini görünce çok şaşırmış, daha sonra 2. Dünya savaşında yanlarında yer almaları için çok yalvarmıştı. Bu satırlar Churchill’in hâtıralarından: “8 Ocak 1916’ya kadar kaldığımız bu bir karış toprak üzerinden bir adım dahi ilerleyememiş ve nihayet geriye itilmiştik. Bu sahneye şâhit olanların belirttiği bir nokta vardı. O da Çanakkale’ye o günkü çıkarmanın cehennemden başka bir şey olmadığı idi; ben de aynı kanaatteyim. Hemen her gün asker çıkarmaya devam etmiş ve hemen her gün yeni bir mağlubiyete uğramıştık…. Artık bende de ve bütün askerlerde de İstanbul’u ele geçiremeyeceğimiz fikri yerleşmeye başlamıştı…. Evet, artık ben de ve bütün askerlerde İstanbul’u ele geçiremeyeceğimizi anlamıştık. Zira Çanakkale zorlamasını bir tek gaye için yapmıştık: İstanbul’u ele geçirmek için… İngiliz donanması sabun köpüğü gibi eriyor, her geçen günü bir veya iki gemi kaybıyla kapıyorduk.” (1915 ÇANAKKALE SAVAŞI-İbrahim Arduç Sh.382) Kaynak: Genelkur. Askeri tarih ve stratejik Etüt
Başk. Çanakkale Muharebeleri. 75. Yıl Armağanı)
Bu da müttefikimiz olmasına rağmen nihayet bir yabancı olan, savaş boyu yaptığı büyük hatalarla başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere çok değerli komutanlarımızı epeyce bunaltan Mareşal Liman Von Sanders’in sözleri: İsimsiz kahraman Mehmetçiği o kadar güzel anlatır ki: “Çanakkaleyi bir asker olarak olarak anlatmak imkânsızdır. Çelikten, manevî kudretten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? Bu sorunun cevabı işte bu gösterişsiz, mütevekkil ve sessiz Anadolu çocuğunun kendisiydi. Tarih kitaplarında Türkler için okunanlar, hatta onlarla döğüşenlerin anlattığı hikâyeler hakikati ifadeden acizdirler. Saadet, Türklerle aynı safta döğüşmektedir. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım. Çoğu yarı çıplak ve açtılar. Haftada bir öğün kemikli bir parça et verilebiliyordu. Bitkisel yağda haşlanmış buğday kırığı yiyorlar, sağlık şartlarından mahrum su içiyorlar, taş üzerinde yatıyorlar, güneşe, fırtınalara, soğuğa, yağmura karşı korunmamış siperlerde çamur ve toz içinde günler geçiriyorlar, fakat dünyanın bütün vasıta ve imkânlarına sahip düşmanlarıyla arslanlar gibi döğüşüyorIardı. Bu ne gösterişsiz, nümayişsiz bir vatan sevgisiydi. Arkalarında fakir bir vatan toprağı duran bu insanlar, savaş boyunca birer kahramandılar. Ölüme bu kadar gülerek giden bir başka millet yoktur. Bu nitelikleri sebebiyledir ki, hürriyetlerini en ağır bedelle ödüyorlar. ”(1915 ÇANAKKALE SAVAŞI-İbrahim Arduç Sh.390)Kaynak: Sezen Okay-M. Vedat Okay: belgelere göre Eceabat Klavuzu
Çanakkale ruhu edebiyat sahasına da taşınmıştır. Mehmed Âkif ve Yahyâ Kemal Beyler ile.. (Yahyâ Kemal’in Millî Mücâdele boyunca yazdığı o yazıları Mustafa Kemal Paşa ihtimamla keserek saklamış, Yahyâ Kemal ile Kurtuluş sonrası ilk görüşmesinde çekmecesinden çıkarıp göstererek büyük şâiri şaşırtmış ve çok mutlu etmiştir.) Mehmed Âkif’in millî bir vazifeyi yerine getirmek için Tahsisat-I Mesture tarafından gönderildiği çölde Çanakkale zaferini duyunca hıçkıra hıçkıra ağlayarak yazdığı Çanakkale Destanı da o ruhun eseridir. Âkif, hücrelerini istilâ etmiş “Ya Çanakkale geçilirse” endişesinden kurtulunca çölün ıssız bir köşesine çekilmiş sabaha kadar uyumayarak, Allah’a, Çanakkale destanını yazmadan canımı alma diye dua ederek sanki ilâhi bir ilhamla bu destanı yazmıştır. Büyük imanı, o imanın kuşattığı, coşturduğu vatan aşkıyla Çanakkale şehitlerine “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi” diye seslenmişti. Ve bu mısralarla da:
“Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli süreyyâyı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında bürünmüş kanına,
Uzanırken gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbe-dârın gibi tâ fecre kadar bekletsem
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.” Diyerek de haykırmıştı.
Bütün Çanakkale şehitlerini, ölümü göze alarak savaşmış, gerçek âleme kavuşmuş Çanakkale gazilerini bir fatiha göndermekten başka bir şey yapamamanın acziyle rahmet ve minnetle anıyorum.