Dr. Zülfikar ÖZKAN

Avukat - Yazar - NLP Trainer

zulfikarozkan@hotmail.com

Kimlik mi Meslek mi Daha Önemli?

Pek çok kimse kariyeri ile bütünleşiyor.

Bir meslekte zaman ve çalışmayla elde ettikleri başarı ve uzmanlıklarını kendi öz kimliklerinin yerine koyuyorlar. Mesleklerine hak ettiğinden daha fazla değer veriyorlar. Bu insanlar ilk karşılaştıkları kişiye ne ile uğraştıklarını soruyorlar. Gerçekte karşılarındaki kişinin ne ile uğraştığını merak etmiyorlar. Bu soruyla konuştukları kişinin mesleğini öğrenmek istiyorlar. Mesleğine  göre o kimseye bir statü  yakıştıracaklar ve o statüye göre iletişim kuracaklar veya iletişimi kesecekler. 

Bu kimseler kariyerlerinin kendilerini  önemli ve değerli kıldığını sanıyorlar. Birçok insan işlerini kaybettiklerinde veya emekli olduklarında kendilerini  aşağılanmış ve önemsiz hissederek depresyona giriyorlar. Geçimlerini sağlayacak paraları olsa da işlerinden ayrıldıklarında endişeleniyor, işleri olmaksızın  kendilerini boş ve anlamsız hissediyorlar. Bunun sebebi önemsiz bir şeye gereğinden fazla önem vermeleridir. 

Kariyerleri ile bütünleşen bu kimseler, yazılarında ve konuşmalarında sık sık aldıkları ödüllerden, derecelerden, kimleri geçtiklerinden bahsederler. Bununla birlikte kişisel bütünlükten yani sözleriyle yaptıkları arasındaki uyumdan pek bahsetmezler. Başkalarını alçaltarak kendilerini yükseltmeye çalışırlar. 

Kariyerinin zirvesine çıkmış pek çok kişi ürettikleriyle insanların ölümüne sebep olmuyor mu? İnsanlığın sonunu getirecek güçteki silahları kim üretiyor?

Statü, kariyer, meslek peşine  takılan kimse, hayatın meslekten çok daha önemli yönleri olduğunu göremiyor. Oysa insanların kişilikleri, kimlikleri işlerinden ve kariyerlerinden daha önemlidir. Günümüzde kişisel güç mevki gücünü alt ediyor. İlkokulu bile zor bitiren bazı yazarlarımızın romanları dünya dillerine çevrilmiyor mu? 

Hukuk fakültesinde öğrenciyken idolüm, rol modelim olan bir hocamız vardı. Ders anlatmasına hayrandım. Yıllar sonra bir avukat arkadaşıma bu hocamızı sordum. Şöyle cevap verdi: “…Hocamız öldü. Hukukçu  olduğum için cenazeyi kaldırmak için beni çağırdılar. Gitmeseydim cenaze kimsesizler mezarlığına kaldırılacaktı. Öldükten üç dört gün sonra evden gelen kokular sebebiyle öldüğü fark edildi.” 

Bu sözlerden sonra içim cız etti, acı çektim, çok üzüldüm, çok düşündüm. Hocamız kariyerinin en üst noktasındaydı, kitapları ses getiriyordu, fakat kimseyle dostluğu yoktu, akrabalarıyla bile…  Mesleği ile bütünleşmişti ama insanlardan kopmuştu. Yanlış giden bir şeyler vardı. 

Hayatımızın  merkezini doğru ilkeler üzerine oturtursak, sağlam bir temele dayanmış oluruz. Kişisel bütünlük (dürüstlük) gibi ilkeler hiçbir şeye tepki göstermezler. Öfkelenip bize farklı bir biçimde davranmazlar. Bize kötülük etmek niyetinde değillerdir. Geçerlilikleri, başkalarının davranışlarına, çevreye ya da geçici güncel heveslere bağlı değildir. İlkeler ölmez. Bugün buradayken yarın yitip gitmezler. Yangın, deprem ya da hırsızlıkla yok edilemezler. İlkeler insanlığın ortak paydasıdırlar. İlkelerle uyum içinde yaşarsak mutlu oluruz. Onları göz ardı edersek, huzurumuz kaçar. Hayatımızın merkezine, zaman aşımına uğramayan, değişmeyen ilkeleri yerleştirirsek, sağlıklı ve mutlu hayatın  temelini oluşturmuş oluruz. 

Kişisel bütünlük, sözümüze bağlı kalmaktır.  Kişisel bütünlük ayrıca aldatıcı, hile kokan ya da insan onuruna yakışmayacak her türlü sözden kaçmak anlamına da gelir. Dürüst bir insanın, amacı aldatmak olmaz. Dürüst insan için özüne ve sözüne sadık kalmak kariyerden önemlidir.