1924 yılı. Cumhuriyetimiz daha bir yılını doldurmamış. Mustafa Kemal Paşa’nın, o yılların söyleyişiyle “Gazi Hazretleri” nin evliliği ise bir yılını henüz bitirmiş. İşte o sıralarda Mustafa Kemal Paşa’nın kayınpederi Uşâkizâde Muammer Bey Çankaya köşküne gelerek kendisine bir teklifte, daha doğru bir ifade ile bir ikazda bulunur: “ Gazi Hazretleri, sizin bankada bir miktar paranız var. Banka bu paraya karşılık sizden kira almaktadır. Acaba bu para ile bir iş yaparak, bir hizmette bulunmak ve hiç olmazsa paranızın aşınmasını önlemek mümkün olmaz mı? (O yıllarda bankalar kendilerinde bulunan paralara faiz vermiyordu) Gazi biraz düşündükten sonra bu soruya “ Ben bu işlerden anlamam. Hele para işleri ile hiç bir zaman meşgul olmadım. Doğrusu meşgul olmak da istemiyorum. Bu hususu İmar-İskân Vekili Celâl Bey ile görüşürseniz iyi olur.” Diyerek cevap verir.
Muammer Bey çok geciktirmeden Celâl Bey’e giderek bu konuyu ona da açar, Gazi ile konuşmasını da anlatır. Bu arada “bu para ile ihracat-ithalât işleri yapılmasını düşünüyorum” diyerek de kendi fikrini söyledikten sonra Celâl Bey’e “Sizin fikriniz nedir” diye de sorar.
Celâl Bey Muammer Bey’i dinleyip biraz düşündükten sonra cevap verir: “Muammer Beyefendi, ihracat-ithalât işleri kârlı işlerdir. Üstelik bu işler daha çok yabancıların ve azınlıkların elindedir. Türk sermayesinin bu sahaya girmesi çok faydalı da olur. Ancak, Gazi Hazretlerine ait bir paranın, yâni Cumhurbaşkanı’mızın parasının ihracat-ithalât işlerinde kullanılması doğru olmaz. Bâzı iddialara ve dedikodulara sebep olabilir ve hem devleti, hem de Gazi Hazretlerini yaralayabilir. Zaman içinde başka sıkıntılar da doğabilir. Bu bakımdan mevzuun üzerinde durmak ve çok iyi düşünmek gerekir. Hem para kazanacak, hem memlekete hizmet edecek, hem de dedikoduya gelmeyecek bir mevzu bulunmalıdır. Meselâ bir banka kurmayı düşünebiliriz. Para kazanacak ve memleketin gelişmesine hizmet edecek bir banka… Böyle bir banka memlekette bâzı sınaî tesislerin kurulmasına da yardımcı olabilir, yol gösterebilir. Gazi’ye ise durumu “Celâl Bey’den bir tavsiye gelmedi ama söz arasında bir bankanın kurulabileceğinden bahsetti.” Diyerek kısaca nakleder.
Aradan bir hafta geçmiştir Celâl Bey bâzı dostlar ve milletvekilleriyle Gazi’nin huzurundadır. Gazi çeşitli konular üzerinde cereyan eden sohbeti birden bire keserek “Celâl Bey Muammer Bey ile bir banka hususunda konuşmuşsunuz bu konuda bir karara vardınız mı?” diye sorar. Celâl Bey biraz şaşkın “Tam bir karar değil ama emirleriniz olursa icap edenler yapılacaktır” der. Gazi’nin de tereddütleri vardır, Celâl Bey’e dönerek “Celâl Bey para işi kolay ve temiz bir iş değildir, zor ve kirli bir iştir hatta biraz da pis bir iştir. İdaresi ve kullanılması çok zordur, adam bulmak kolay değildir. Adamlarda dikkat, iffet ve basiret ister. Bu gibi insanları bulabilecek misiniz?” diye sorar. İmar ve İskân vekili Celâl Bey şaşkındır ama “Emredersiniz Gazi Hazretleri” diye cevap verir. Köşkten çıkarken yakın dostu Vasıf Çınar “ Celâl oğlum sen hapı yuttun, bu iş senin başında patlayacak” deyiverir. Celâl Bey’in çok emin bir şekilde kabul etmediğini görünce de “Gazi’nin tarif ettiği İnsan sensin de ondan ben gözlerinin içine bakışından anladım da ondan” diyerek tahmininde direnir.
Celâl Bey on, on beş gün sonra köşke çağrıldığında dostunun dediklerinin doğru çıktığını anlayacaktır. Gazi karşısında biraz şaşkın oturan Celâl Bey’e gülümseyerek “Celâl bey, bu iş ağır bir iştir, fikir ise sizindir, bu mesuliyeti siz üzerinize alır mısınız” deyiverir ve konuşma böyle devam eder
Gazi: Ama İmar-İskân Vekâletini bırakacaksınız!
Celâl Bey: Emredersiniz Gazi Hazretleri.
Gazi: İzmir mebusluğunu da bırakmanız lâzım!
Celâl Bey: Emredersiniz Gazi Hazretleri.
Gazi rahatlamış bir şekilde ve gülümseyerek, “O halde git, bankayı kur ve başına geç.” Der. Celâl Bey bu emir üzerine hiç düşünmeden ve kararlı bir şekilde “Emriniz başüstüne Gazi Hazretleri” der ve Türkiye İş Bankası’nın kurulması emri bu şekilde verilmiş olur. Yıllar sonra bu hikâyenin anlatıldığı kişi Rahmetli Celâl Bayar’ın sözlerini bir gülümsemenin refakatinde böyle bitirdiğini yazmıştı: “Zaten o zamanlar Gazi’nin verdiği emre hayır demek kimsenin aklına gelmezdi”
Bu nokta da Türkiye İş Bankası’nın çeklerinden de bahsetmek lâzım. Bu çekler nerede basılacaktı? Para ve benzeri kıymetli kâğıtlar gibi ABD’de … Zor ve epeyce meşakkatli bir işti ama çare de yoktu. Çeklerin hikâyesini Celâl Bayar ilerideki yıllarda yine o kişiye böyle anlatmıştı:
“ Çeklerin ölçüleri ve şekli tespit edildikten sonra Amerika’da bir firmaya sipariş verildi. Çeklerde Atatürk’ün mareşal rütbeli bir resminin bulunması kararlaştırıldı. Bunu biraz da Atatürk’e sürpriz yapmak için düşünmüştük. Doğrusu memnun olacağını zannediyorduk. Aylarca bekledikten sonra nihayat çekler geldi. Biz arkadaşlar toplandık, görüştük, çekler çok beğenilmişti. Atatürk’e de gösterip fikrini almak üzere Köşk’ten görüşme talep ettim. Doğrusu beğeneceğinden emindim ve sürpriz yapmayı düşünüyordum. Emredilen saatte Köşk’e gittim ve huzura kabul edildim. Gazi’nin ilk sorusu ‘Gel bakalım Celâl Bey banka işleri nasıl gidiyor’ oldu. Ben ‘Gazi Hazretleri bir çocuğumuz doğdu, onu müjdelemeye geldim’ diyerek çekleri takdim ettim.
Atatürk çek defterini eline aldı baktı, sayfaları çevirdi. Bir bana bir çeklere baktı, yine sayfaları çevirdi. Ben bir hususa itiraz edeceğini anlayarak tetikte beklemeye başladım. Biraz da heyecanlandım. Çekleri bana iade ederek ‘güzel olmuş’, dedi. Ben aferin bekleyen bir mektep çocuğu gibi daha değişik bir beğenme, hatta biraz da heyecan bekliyordum. Biraz üzüldüm, biraz bozuldum ve belki de biraz kırgın bir ifade ile, ‘Gazi Hazretleri bir kusurumuz veya bir eksiğimiz mi var?’ diye sordum.
Atatürk benim bozulduğumu anladı ve gülümseyerek yüzüme bakıp şöyle dedi: “Hayır Celâl Bey hayır. Bir kusur bir eksik yok. Çok da güzel olmuş. Sizi tebrik ederim. Ancak, çekteki fotoğrafım keşke asker olmasaydı. Daha çok memnun olurdum. Mareşal elbiseli değil sivil elbiseli bir resmim daha iyi olurdu. Artık milleti siviller idare etmeli ve millet kendisini sivillerin idare etmesine alışmalı. Banka sivil ve çok önemli bir kuruluştur. Bu çekler birçok kimsenin eline geçecek hatta yüzbinlerin, milyonların eline geçecektir. Milletin gözü beni. kendi Cumhurbaşkanını sivil görmeye alışmalıdır ve alışacaktır” Celâl Bayar bunları anlattıktan sonra kendisini dinleyen kişinin yüzüne bakarak … Dinleyen kişi ise Atatürk’ün doğru, yerinde ve ileri görüşünün ışığı altında, 27 Mayıs 1960 darbesini ve Atatürk adına yapılan diğer darbe teşebbüslerini ve seçimle gelen sivil iktidarlara “el koymaları” düşünmüştü. Atatürk “Millet kendisini sivillerin idare etmesine alışsın, devlet sivilleşsin” diyordu. Darbeci askerler ise Atatürk adına seçimle gelmiş sivilleri devletten uzaklaştırmaya çalışmışlardı.
İşte Türkiye iş Bankası böyle kurulmuştu. Nüvesi Atatürk’ün parasıydı. Gazi o paranın Türk dil ve Türk tarih kurumlarına harcanmasını vasiyet etmişti. Bankayı 27 Mayıs’ın bile karalayamadığı eli temiz, mâzisi temiz bir insana kurdurmuştu. Yassıada Zindanında bile taşıdığı Cumhurbaşkanı sıfatına lâyık bir tavırla hiç eğilmeden, hiç küçülmeden durmasını bilen Celâl Bayar Bey’e… Kurtuluş Savaşı’nın Celâl Hocasına.
Dinleri gerçek müslümanlığa zerre kadar benzemeyenler bilmelidirler ki günümüz hukuku da İslâm Hukuku da bu vasiyetin ortadan kaldırılmasına izin vermez. Müslüman olsun gayrı müslim olsun vakfedenin ve vasiyet edenin iradesiyle oynayanları ALLAH perişan eder. Er veya geç… AB sevdası ile Kur’anın muhkem hükümlerinden ikisini kısası yâni idamı ve zinâyı da Allah’tan korkmadan suç olmaktan çıkartanlar gene aynı göz kararmasıyla Allah’tan korkmazlık ve kuldan utanmazlıkla vakfedenin ve vasiyet edenin iradesini de yok sayabilirler. Ama ben gene her vesile kullandıkları dinin Kutsal kitabındaki, yâni Kur’an-ı Kerim’deki bu konu ile bir hükmünü hatırlatayım: Nisa suresindeki 12. Âyet mirasa hak kazanan kişi nin mirası almadan önce uyması icap eden iki şartı beyan etmiştir. Muris yâni mirasçı hak kazandığı mirasa ancak bu iki şartın yerine getirilmesinden sonra kavuşabilir. Ölenin ikrar ettiği borcu ve vasiyeti… Borç ödenecek, vasiyeti kabul ve tatbik edilecek ancak ondan sonra kalan neyse mirasçılar arasında Kur’an’ın hükmüne göre dağıtılacaktır. “Bu hükümler Allah’tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, Halimdir. Cezayı geciktirse de ihmal etmez “Nisa suresi 12.Âyet” Hasan Basri Çantay – Kur’an- ı Hakîm ve Meali Kerim.
Evet aziz okuyucularım Bir noktaya da açıklık getirmem lâzım “Celâl Bayar bunları anlattıktan sonra yüzüme bakarak gülümsedi.” diyen zat kimdi? Kısacası bu hikâyeyi bizzat kahramanından dinleyerek anlatan kimdi? Celâl Bayar’dan dinlediklerini de halka, millete mâlolmuş diğer diğer kişilerden dinlediklerini de kitapları ve yazılarıyla geleceğe hediye etmiş bu kıymetli kişi kimdi? Allah rahmetine garketsin Mehmet Turgut Bey’di… Celâl Bayar ile en kritik günler dâhil sık sık görüşüp sohbet eden Mehmet Turgut Bey… Siyâsi tarihimize dürüstlüğü, sayısız kitapları ve büyük kültürüyle geçmiş 1961’den itibaren Enerji ve sanayi bakanlıklarında bulunmuş, memleket meseleleri üzerinde çok kafa yormuş Mehmet Turgut Bey… Ama sahte kahramanların konuştuklarından ve karaladıklarından geçilmeyen günümüzde onu ve onun gibileri kim okur, kim yazar ve kim hatırlar? Benim gibi birkaç fakirden başka…