‘’Tarih kitaplarında Türkler hakkında yazılı olanlar, hatta onlarla savaşanların anlattıkları, gerçekleri ifade etmekten acizdir. Mutluluk Türklerle birlikte savaşmaktır. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım. Taş üstünde yatıyor, güneşe, fırtınalara, soğuğa, yağmura karşı korumasız siperlerde çamur ve toz içinde günler geçiyor. Fakat dünyanın bütün araç ve imkânlarına sahip düşmanlarıyla aslanlar gibi dövüşüyorlardı. Bu ne sessiz ve gösterişsiz bir vatan sevgisiydi. ’’Allah’ın Adını Yürekten Haykırarak’’ saldırganın üzerine atılıyorlardı. Düşmanları da onlara hayrandı.’’ (Çanakkale Osmanlı Orduları Komutanı Mareşal Liman Von Sanders Çanakkale, 1916)
Çünkü onlar Allah’ın adıyla şahadete koştular, tarih onları böyle tanıdı. İşte bu destanın her sayfası, o yiğitlerin kanıyla yazıldı.
Tam 107 yıl geçti ‘’kanla yazılan o destanın’’ ardından…
Tarihten silinmek istenen bir devletin, yok edilmek istenen bir milletin; toprağını, bayrağını, namusunu, şerefini, ecdadından yadigâr her ne varsa korumak adına; canını verdiği ama bu değerlerinden, vatan topraklarından bir zerresini bile düşmanına teslim etmediği bir dönemi anlatır bu zaman.
Çanakkale; Türk Milletinin vatanına sevdalı 213.882 yiğidinin bu aziz vatan toprakları uğruna seve, seve hayatlarını feda ettiği destanın adıdır.
Bu destan; Çanakkale sırtlarına ‘’Allah’ın Adını Yürekten Haykıranların’’ kanlarıyla yazılmıştır. Dünya var olduğu sürece, Türk Milletini tarih sahnesinden silmek isteyen emperyalist güçler; tarih sayfalarını aralayıp, bu savaşta yaşananları hatırladıkça:
Büyük Türk Ulusunun; vatanına, bayrağına, milletine, devletine olan sevdasını daha iyi anlayacak, vatan bellediğimiz bu gazi toprakları ele geçirmeye kalkışmanın bedelinin ne olduğunu, bir kez daha öğreneceklerdir.
Çanakkale’de hem deniz savaşlarında, hem de kara savaşlarında büyük bir yenilgiye uğrayan düşmanın hiç tahmin edemediği, aklına dahi getirmediği iki gerçek vardır:
Birisi savaş meydanlarının yiğit askeri Mehmetçik, diğeri ise Yarbay Mustafa Kemal’dir.
Mevzi savaşları olarak, şanlı tarihimizde yer alan Çanakkale muharebelerinin en çarpıcı yönü; Mehmetçiğin Komutanına, Komutanın da Mehmetçiğine olan sarsılmaz güvenidir.
Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları sırasında vermiş olduğu emir; Türk askerinin Komutanına olan inancını, güvenini ama daha da önemlisi; hayatını vatanı için gözünü kırpmadan nasıl feda ettiğinin çarpıcı bir kanıtıdır.
İşte o emrin verildiği an:
19’ncu Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal Conk Bayırındadır. Kıyıya çıkan düşmanın gücü karşısında, cephanesi biten birliklerimiz geri çekilmektedir. Yarbay Mustafa, çekilen birliklerimizin karşına geçerek durdurur ve yere yatırır. Bunu gören düşman da duraksar ve yere yatar. İşte bu duraksama; 19’ncu Tümen Komutanı Yb. Mustafa Kemal’in ileriye hareket ettirdiği 57’nci Alay’a, kıyıya çıkan düşmana taarruzu etmesi için önemli bir zaman sağlar.
Ve o büyük dahi dünya savaş tarihine geçen şu emri verir:
“Ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”
Bu emir üzerine yapılan taarruz hava kararırken sahile yakın ilk sırtlara kadar ulaşır. Böylece Çanakkale savunmasının omurgası teşekkül etmiş olur.
Bu olay için Mustafa Kemal; “57’nci Alay meşhur bir alaydır. Çünkü hepsi şehit olmuştur” der.
Böylece Çanakkale destanı kanla yazılırken, dünya savaş tarihinde bir ilk yaşanmıştır. Çünkü hiçbir savaşta; askerlerine “Size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyebilen bir komutan yoktur.
Ölüm emrini de, tereddütsüz yerine getiren Mehmetçik’ten başka bir asker, Türk milletinden başka bir millet de bulunamaz.
Mustafa Kemal’in aşağıdaki Bomba sırtı taarruzunun tasviri, Çanakkale muharebeleri sırasındaki Türk taarruzlarını anlatan bir başka çarpıcı örnektir:
“Karşılıklı siperler arasındaki mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına, hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor; Sarsılmak yok…’’
Aynı taarruzları izleyen İngiliz kuvvetleri komutanı, General Hamilton ise yaşananları şöyle anlatmıştır:
“Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor.’’
Evet, o destanın yazıldığı tarihte Çanakkale savaşlarının yaşandığı boğaz bölgesini çevreleyen, dağlar, taşlar, ağaçlar hülasa vatanımıza kucak açan ‘toprak ana’ dâhil, her yer Türk doğurmuştu.
Çünkü bu vatan, düşman çizmesi altında değil, ay yıldızlı bayrağımızın altında yaşamak isteyenlerin yurduydu.
Çünkü o gazi topraklar, işgal edenlerin, mazluma zulmedenlerin değil, Allah’a büyük bir tevekkülle iman edenlerin vatanıydı. Tabii ki, ‘Gebe dağlar Türk’ten’ başka ne doğuracaktı ki?
Denizden geçemeyeceğini anlayan düşman; bu defa 25 Nisan 1915’de Gelibolu Yarımadası’na asker çıkararak yeniden şanslarını denerler!
Ancak bu teşebbüsleri karşısında yine unuttukları, hesaba katamadıkları önemli bir şey daha vardır!
Çünkü Çanakkale’deki Türk Ordusu, sadece Alman Mareşali, Liman Von Sanders’in, bir avuç Alman subayının komutasında değildir. İşte düşmanın unuttuğu, hesaba katamadığı şey de budur.
Çünkü onların karşısında ölümü hiçe sayarak savaşan; bu vatanın gerçek sahibi Türk Milletinin kınalı kuzuları Mehmetçikler, onların Türk Komutanları vardır. Ve İngilizlere de, Fransızlara da, tarihin en acı yenilgisini tattırdılar.
‘’Çanakkale savaşlarında; 47.000 Fransız, 205.000 İngiliz/Hintli, Avustralyalı, Yeni Zelandalı (Anzak) Senegalli ölmüştür.
Tarihe; ‘’Kanla Yazılan Destan Çanakkale’’ olarak geçen, ‘’Çanakkale Geçilmez’’ deyimini yazdıran bu savaş sonrasında, Türk Milleti İstiklal savaşını kazanacak ruh birlikteliğini ve bu savaşa önderlik edecek liderini Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü kazanmıştır.
Bu destanı yaratan tüm şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Ey Bayrak, uğruna veremediğimiz canı gölgende yaşatmaya hakkımız yok.