“ Elbet sefil olursa kadın
Alçalır beşer”
Tevfik Fikret
Kadın her vesileyle gündemde…
Bir türlü bitmeyen kavga…
Eşit miyiz, değil miyiz?
Daima çarpıtılan, yanlış yollara dökülen kangren olmuş, bıktırmış, iğrendirmiş bir konu…
Kadını da erkeği de bir insan olarak kabul etmekten başka çıkar yol olmadığı ne zaman anlaşılacak?
Bu dünya yuvarlağında ezilen, hakları yenilen sadece kadın mı? Ezilen kadın var da ezilen erkek yok mu?
Amerika’nın ikinci sınıf vatandaş sayılan, zamanımız da bile hor ve hakir görülen zavallı zencileri ve senelerdir kızıl derililere yapılan insan aklının ve vicdanının kabul edemeyeceği muamele ezilmişliğin, adaletsizliğin yüz kızartıcı örnekleri değil mi? Ya hak ve haksızlık nedir bilmeyen İngiltere’nin Avustralya’nın zavallı garip Aborjinlerine yaptıkları aklın ve vicdanın kabul etmediği işkenceler… Acaba Amerika’da kaç kızılderili, Avustralya’da kaç Aborjin kaldı?
Dünyânın her yerinde kan gövdeyi götürmüyor mu? Kısacası insanların bir kısmı bazılarını ezmiyor mu, hakkını yemiyor mu? İnsanların bazıları bazılarını ezmiyor mu? Dövmüyor mu? Yaralamıyor, öldürmüyor mu? İşkence yapmıyor mu? Ama nedense sadece kadın konusunda kıyamet kopuyor. Çünkü İnsan hakları şampiyonu! Batı’nın yıllardır işlediği, İnsan haklarına rağmen ürettiği aşırılıklardan ve sapmalardan biri de budur.
Kadını elma armut gibi soyup her vesileyle teşhir edip, onun hayallere, güzel duygulara hitap eden bütün vasıflarını yok et, geçmişteki esir pazarlarına rahmet okutan bir davranışla onu kendi arzusuyla her parçasını pazarlayacak bir seviyesizliğe mahkûm et ondan sonra da “Kadın erkek birbirine eşittir” diyerek bir yalanı ortaya atarak kadını erkeğin kurtarılması lâzım gelen yerlerin müşterisi haline getir.
Bir kere doğruyu ortaya koyalım “Kadın erkeğe eşit değildir, Erkek de kadına” Bu günün eşitlik yaygaralarının arkasından gelen facialardır ve bambaşka erkekleşmiş bir kadının ortaya çıkmasıdır. Nikah bağına önem vermeyen, çocuk istemeyen, ihtiyacı olmadığı halde sırf evden kaçmak için çalışmak isteyen bir kadın ve kadınların… Tabii çok kabalaşmış bir erkek yığının da…
Pek çok ev kadını sırf bu tahrikler ve telkinler yüzünden kapıldıkları aşağılık kompleksiyle aldığı parayı kreşe, çocuk bakıcısına vermek pahasına en entipüften işin üzerine atlayacak hale getirmek midir kadının kurtuluşu?.. Ütüsüz çamaşırlar, tozlu, karmakarışık evler, tek düğmesi bile dikilemeyen gömlekler, çiçeksiz, neşesiz, tencere yemeği kaynamayan evler, ana hasreti çeken boynu bükük çocuklar mıdır kadının kurtuluşu?.. Tabii ara sıra da kendini hesaba çekerek vicdanı sızlayan, kendini suçlayan ana kadınlar mı?…
Kadın tabii ki çalışır… İcap ediyorsa, ihtiyacı varsa… Sırf inat için, sırf evden kurtulmak, küçümsenen “ev kadınlığı” etiketinden kurtulmak için değil… Mânâsız bir kompleksin ve mânâsız bir kişilik arayışının kurbanı olarak değil… Ev kadınlığı gibi herkesin pek kolay başaramayacağı çok şerefli bir işi küçümsediği için değil…
“Ev hanımıyım” demekten utanır hale gelen kadınlarımızın “ev kadını değilim” diyen pek çok kadının düştüğü zavallı, utanılacak hallere bakarak ev kadınlığı sıfatını gururla iftiharla taşımaları lâzımdır. Çünkü ev hanımlığı, ne derlerse desinler en şerefli, en ulvî bir iştir. Ve en hünerli de…