Evet, aziz okuyucularım sağcılık nedir? Hangi değerleri barındırmaktadır ve insanı insanlıktan çıkaran daha doğrusu insanı hangi tehlikeli vasıflardan arındırmak istemektedir?
Bu günümüz için de geçerlidir.
Eşim rahmetli Ergun Göze son nefesine kadar bu cahillerle, “cahillerden özür dilerim”, cahiller sınıfının en tehlikelisi olan bu yarı cahillerle mücâdele etmiştir. “Bir başörtüsü bir oy” diyerek anamın, bacımın o güzel örtüsünü kirli siyasetleriyle zedelemeleri yetmiyormuş gibi ekranlara sığamayan “Deve hörgücü” haline getirenlerle de… O örtüyü, Kurtuluş Savaşı’nın gazi ve şehit kadınlarının başlarında taşıdığı o şerefli başörtüsünü yasak ederek bunlara iktidarın yolunu açan cahillerle de...
Eşim Ergun Göze’nin kaleminden, “SAĞCILIK NEDİR”:
Efendim, “Sağcılık herşeyden önce haddini bilmektir. Haddini yâni kendi miktarını, hududunu, kapasitesini bilmek, “Ben herşeyi bilirim”, “Ben herşeyi yaparım” iddiasında olmamak demektir. Sağcılık insana ve insanlığa ait şeref, haysiyet, fikir, hürriyet, vefa, vicdan muhasebesi gibi hasletlere saygı demektir. İnsanı yüceltmektir. Hem kel hem fodul olmamaktır. İnsanı sadece karnı doyurulup, sırtının örtülmesi ile bütün meseleleri hallolunur yahut, cinsî açlığı doyurulursa mesut olur bir varlık derekesine indirmemektir. İnsanı bir met’a gibi çalıştıran ve ancak vereceği iş miktarı hatırı için hatırını sayan kapitalist ile olduğu kadar, onu köleleştiren planlı olarak yokluğa ve boş bir hülyaya esir eden komünist patron yâni komünist devlet ile de mücâdele etmektir.
Sağcılık, mücevheri kıymetlendiren taşlar gibi insanı kıymetlendiren, insanı insan yapan değerler olduğuna inanmaktır. Makinenin insanın efendisi değil uşağı olduğu görüşünden hareketle, insanı makineleştiren görüşlere karşı çıkmaktır. Sağcılık, soysuzlukla mücâdele etmektir. İnsanları mazilerinden, milletleri tarihlerinden kopararak istismar edilmeye en elverişli hâle getirmeyi cinayet saymak demektir.
Sağcılık, vatan, millet, bayrak, millî tarih ve ulvi mefhumlara bağlanmak demektir. Tek benim karnım doysun da vatan millet ne olursa olsun, adımı ne koyarlarsa koysunlar değil. Sağcılık anne sevgisinden tutunuz da, yükseltici ulvî aşka kadar sevgileri, hayvanca bir faaliyet neticesi görmemek, gurbet, sıla, arkadaşlık, hemşehrilik gibi beşerî duyguları basit birer karın gurultusu seviyesine düşürmemektir.
Sağcılık, gençleri kandırmamak, onları ölüme sürüp sonra da edebiyatlarını yapmakla geçinmemektir. Gençlere vurup kırmayı, gerçeklere isyanı, başkalarından kötü olmayı değil, gerçekleri aramalarını, bulduğu gerçeklere teslim olmasını ve insanları gerçekleri teslim olmaya çağırmasını, dünyayı karıştırıcı değil, ıslah edici olmasını öğütlemektir.
Sağcılık daha sümüğünü tutamazken dünyanın düzenini değiştirmeye kalkmamaktır. Sağcılık bilgisi çoğaldıkça tevazuu artmak demektir. Hiddeti ve yıkıcılığı değil... Sağcılık utanmaktır, hayâ etmektir, Allah’tan korkmaktır, belki ben de hata edebilirim diye bir pay bırakmaktır. Benden üstünü, iyisi muhakkak bulunur diye düşünmek demektir.
Sağcılık çuvaldızı kendine batırmadan iğneyi başkasına batırmamak demektir. Sağcılık vatan için, bayrak için, millet için ölmesini bilmek demektir. Sağcılık, Kur’an diliyle, O SAĞCILAR YOK MU O SAĞCILAR, NE MUTLU İNSANLARDIR ONLAR” diye övülen gerçek insanların yoludur. Sağcılık insanlıktır. Makineden önce de vâr olan, makineden sonra da var olacak olan insanlık…” Peki beşere istikâmet olarak Sağ’ı işaret eden “İSLÂM”, son Peygamber’in yaşayarak yorumladığı, bizlere örnek olarak sunduğu, “İSLÂM” nedir ve ne değildir?
Gene Ergun Göze’nin kaleminden… Baştakilerin bir kulağından giren ötekinden çıkan gerçek İslâm nedir?
İslâm vekardır, gurur değil
İslâm ciddiyettir, ruhî inkıbaz değil.
İslâm tebessümdür, yılışma değil.
İslâm azimdir. İhtiras değil.
İslâm Allah’a itimaddır, nefse değil.
İslâm nefsi sigaya çekmektir, övünme değil.
İslâm koşudur, yarış değil.
İslâm ruha temel atmadır, maddeye değil.
İslâm hüzündür, gam ve gussa değil.
İslâm her koltuğun ötesindeki mübarek yoldur.
Koltuğa giden yol değil
İslâm vefalı kiyasettir, vefasız siyaset değil.
İslâm “bilmektir” bilgiçlik değil.
İslâm’da kusur aramak vardır amma, kendininkini,
başkasınınkini değil
İslâm tebliğdir, reklâm ve propaganda değil.
İslâm müjdedir, iştahlandırma değil.
İslâm basirettir, açıkgözlük değil.
İslâm ölçüdür, üçü beşten konuşmak değil.
İslâm idraktir amma sadece kendi menfaatini değil.
İslâm cesarettir, hasmını küçük görmek onunla alay etmek değil.
İslâm cihada talip olmaktır, sadece zafere değil
İslâm içimizdeki en yüksek makama oturtacağımızdır.
Bizi en yüksek makama oturtmasını bekleyeceğimiz değil
İslâm namına tediyede bulunacağımızdır.
Tahsilatta bulunacağımız değil.
İslâm etrafında toplanacağımızdır.
Etrafımıza toplamak için kullanacağımız değil.
İslâm birliğe dâvettir, binliğe değil.
İslâm ezelî, ebedî ve hakkındaki her benzetmemizden de ulvîdir.
Bu sebeple ışık gibi, su gibi, hava gibi herkesindir
Sadece kendi mizaçlarını ”İslâm” sananların inhisarında değil. “
Aziz okuyucularım Allah bazen toplumları böyle iktidarlarla da, liderlerle de, daha pek çok şeyle de imtihan eder, çaresizliğin perişanlığını yaşatır. Bu liderlerin en şeditlerinden biri de bilirsiniz Haccac-ı zalimdir. Basralılar onun kendi ülkelerine doğru yürümeye başladığını duyunca büyük bir korku içinde Hasan Basri hazretlerine koşmuşlar ve “Karşı mı çıkalım, kaçalım mı?” diye sormuşlar. Hazret, “karşı çıkmayın sizi ezer. Kaçmayın, hemen yakalar. Oturun hemen tevbe edin. Çünkü bütün bunlarda sizlerin toplum olarak azgınlığınızın da payı vardır.” demiş. Halk çaresizlik ve korkuyla oturmuşlar tevbeye. Nasıl bir aşkla ve samimiyetle tevbe etmişler ki Haccac isimli zalim yolunu değiştirivermiş.
Eşim, Allah onu Rahmetine gark etsin derdi ki: “Bugün hepimiz birbirimizin haccacıyız, kiracı ev sahibinin, alacaklı borçlunun, işçi patronun vs… Yoksa bunlar gelir miydi başımıza? Tevbe edelim tevbe…” Evet, aziz okuyucularım tevbe zamanıdır Tevbe…