“Çocuklar şekle sokulacak şeyler değil, serpilmeleri sağlanacak bireylerdir.”
“Boynunuzda taşıyabileceğiniz en değerli mücevher çocuğunuzun kollarıdır.”
Tüm kıyımların, korkuların, nefretlerin, kinlerin, savaşların bir nedeni de “adaletsiz paylaşma” yani bir bakıma “haksızlığa uğramadır.” Denilebilir. dünyadaki tüm varlıklar, yine dünyadaki tüm nimetleri adilce paylaşmak zorundadır.
Suyu, havayı, yiyeceği, giyeceği, bilgiyi, duyguyu, beceriyi, düşünceyi, işi, kurumları, yaşadığımız evi, yuvayı, mahalleyi, semti, ili, bölgeyi, ülkeyi, dünyayı, kozmosu, tüm varlıklarla birlikte paylaşırız. Yaşam tutarlı bir paylaşım olunca anlam taşıyabilir.
Ne olursa olsun “almak ve sahip olmak duygusu” tutku haline gelirse savaşların ve acıların sonu gelmez. Paylaşmayı bilmeyenlerde hep alma duygusu, bencilliği getirir. Bu tutum insanları yalnızlığa ve mutsuzluğa götürür. Paylaşmak yaşamaktan zevk almaktır.
Öğretmenlik yaptığım yıllarda derse başlamadan önce günlük olaylar konuşulurdu. On dakikalık bu bölümde; köydeki ve okuldaki haberleri samimi şekilde ve değer vererek paylaşırdık. Acısı, sıkıntısı, üzüntüsü olan öğrencilerle ilgilenirdik. Nedenlerini gidermeye çalışırdık. Sevinci olanlarla bunu paylaşırdık. Doğum günlerini sembolik de olsa sade bir törenle kutlar sevinçlerinin artmasını sağlardık. Hasta olanları öğrencilerle birlikte ziyarete giderdik. Sağlığına kavuşarak okula dönen öğrencilere; özlemimizi ve iyi dileklerimiz samimi şekilde belirtir, yakından ilgilenerek verdiğimiz değeri belirtirdik.
Bir gün, müdür odamın bitişiğindeki 5.sınıfların dersliğinden hiç ses gelmemesi beni kuşkulandırmıştı. “Acaba öğretmenleri, öğrencilerini topluca bir ziyarete mi götürdü haberim olmadı” diye dersliğin kapsını açtım. Açar açmaz tüm öğrenciler birden ayağa kalktı. İçeri girdim, öğretmenleri masaya başını koymuş sessizce dinleniyordu.
“Hayrola hoca hanım bir şey mi var?” Dedim.
“Biraz rahatsızım” dedi.
Tahtaya döndüğümde kocaman bir cümle gördüm tebeşirle yazılmış:
“Arkadaşlar öğretmenimiz hasta, lütfen rahatsız etmeyelim”
Sessizliğin nedenini anlamıştım. Öğrenciler canlarından çok sevdikleri öğretmenlerini üzmemek için sessizce kitap okuyorlardı. Öğretmenimizin hastalığı hafif bir soğuk algınlığı idi. Fakat öğrencilerinin sevgi gösterisi gıpta edilecek bir manzaraydı doğrusu.
Önemli günlerde okulda gösteriler, korolar, tiyatrolar düzenleyerek öğrencilerin ve ailelerinin katılımlarını sağlardık. Her aile törene gelirken bayram şekeri getirirdi. Toplanan şekerler görevlilerce tüm halka ve öğrencilere ikram edilirdi.
Her eğitim öğretim yılının sonunda mezuniyet ve veda günü yapardık. Hala o yıllardan kayda aldığım teyp bantlarım mevcuttur. Zaman zaman dinler duygulanırım.1976 yıllarında görev yaptığım bu köyden hala onlarca öğrencim ve babaları, beni arayarak hal hatır sormakta, hatıralarımın yenilenmesine ve mutluluğuma katkı sağlamasına vesile olmaktadırlar.
Eğitim ortamında öğrencilerce ileri sürülen karşı savları sabırla, kızmadan, alaya almadan, hoşgörüyle dinlenmeli; savını kanıtlayan öğrenciye pekiştireç verilmeli ve öğretmen kendi görüşünden vaz geçmelidir. Öğrenci savını kanıtlayamıyorsa, onu ikna etmeli; sınıfça doğruya varmalı; fakat karşı görüşleri de yabana atmamalıdır.
Öğrenci; beklenmedik, tutarsız, istenmedik, genel ahlak ilkelerine ters düşen davranışlar gösterebilir. Böyle durumların nedeni araştırılmalı, yanlışlığını öğrenciye buldurarak onu ikna etmeli, tutarlı ve istendik davranışlar göstermesi için yardım etmelidir.
Öğrenciyi hiçbir zaman disiplin kuruluna vermemeli. Aşağılayıcı, korkutucu, tehdit edici tümceler söylememeli; kin tutmamalı, nefret etmemelidir.
“Bu davranışın doğru değil; senden bunu beklemiyordum. Neden yaptın? Sana yardımcı olmak istiyorum; bana açıklar mısın” gibi tümceler söylemeli, sorunun çözümüne gitmelidir. Eğer sorun öğretmence çözülemeyecek düzeyde ise, okul rehberlik servisini, ya da diğer kurumları devreye sokmalıdır.
Öğretmen bir fikrin yanında yer almamalı, karşıt görüşte olanların düşüncelerini ileri sürmelerine imkân vermelidir. Öğrencileri sabırla, alaya almadan, kızmadan, sözlerini kesmeden dinlemeli; düşüncelerini belirtenlere, kanıtlayanlara pekiştireç vermelidir. Öğretmen tartışmayı öğrencilerin cevaplarıyla özetleyip bir sonuca varmalıdır. Tartışmalar boşlukta kalmamalıdır.
Öğretmen okulunda öğrenciyken meslek derslerinde, “transfer” konusunu işliyorduk. Dersi hazırlayan arkadaşlar, transferi; “eğitim sürecinde öğrenilen bilgiler, yetenekler, beceriler ve diğer karakteristiklerin iş sürecinde uygulanması” şeklinde tanımladıktan sonra pozitif, negatif ve nötr transfer çeşitlerinden bahsettiler.
Bir arkadaşımız, “madem transfer öğrenilenlerin aktarılması ise, nötr diye bir transfer çeşidi olamaz” diye itiraz etmişti. Öğretmenimiz kitaplarda yer almasına rağmen, nötr transferin kabul edilmemesi fikrine saygıyla değer vermişti. O arkadaşımız da bayağı gururlanmıştı bu yaklaşımdan.
Müfettişlik yıllarımda bir öğretmeni öğrenci velisi şikâyet etmişti. Konu hakkında soruşturma yaptırdık. Durum şöyleydi: Öğretmenin sınıfında bir öğrencinin kalem kutusu kayboluyor. Öğrenci durumu öğretmenine söylüyor. Öğretmen de teker teker öğrencilerin çantalarını arıyor. Bir öğrencinin çantasında buluyor. Bu öğrenciyi hırsız olarak ilan ettikten sonra, dersliğin kapısında ayakta tutarak, tüm öğrencilerin derslikten çıkarken yüzüne tükürmelerini sağlıyor.
Tabi bu durum karşısında öğrenci perişan olmuş. Arkadaşlarından, öğretmenden ve okuldan nefret etmeye başlamış, okulu terk etmiş. Babası da öğretmeni şikâyet etmişti.
Oysa bu olay öğretmen tarafından, öğrenciyi kırmadan akılcı şekilde çözülebilirdi. Eğitimci önyargılı ve duygusal olmamalıdır. Öğrenci yanlış da yapsa, onu kırmadan, üzmeden, korkutmadan olumlu yönde kazanmak gerekir.
Her öğrencinin bilişsel, duyuşsal ve devinişsel hazır bulunuşluk düzeyleri arasında ayrılıklar vardır. Eğitim her kişinin kendini tanımasına, yeteneklerini geliştirip varlığını gerçekleştirmesine imkân tanımalıdır. Her insan her bir derste aynı düzeyde, bilgi, beceri, duyuş geliştiremeyebilir.
Eğitimin bir amacı da, insanın gizil güçlerini en küçük yaşta ve en kısa zamanda belirleyip geliştirmektir. Tek tip insan yetiştirmeye yönelik etkinliklerden en çok, zeki, özürlü ve özel yetenekli çocuklar zarar görmektedir.
Bunun sonucu olarak, pek çok insan eğitim sisteminde harcanmaktadır. Farklılıklar olmazsa gelişme ve değişme; benzerlikler olmazsa ahenk ve düzen olmaz. Her öğrenciye istendik davranışı kazanabilecek yeterli zaman verilmelidir. Öğrenciye içten ve sevecen davranmalı; bütün etkinliklerin onun için olduğunu hissettirmelidir.
Sevgide; yalan, hile, ikiyüzlülük, vefasızlık, aldatma, öç alma, kin duyma,affetmeme gibi duygulara yer yoktur. Mevlana’nın dediği gibi “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün!..” düşüncesi sevginin en belirgin özelliğidir.
“Çocuk. doldurulacak bir kap değildir. Sadece sevgi ile büyütülecek bir candır.”
Sevgiyle kalın…