Zamanın birinde bir ülkede yedi kız çocuğun ardından doğan eril bir bebek tüm aileyi sevince boğmuş. Fakat bu erkek çocuk henüz üç yaşında iken, işyerinde ani bir kalp krizi geçiren babasını kaybedince, yaşam mücadelesi veren aile içerisinde bir nevi unutulmuş, sevgiden ve ilgiden yoksun kalmış.
Bütün çocukluğu ve gençliği yoksulluk ve sefalet içerisinde geçmiş. Böyle dışlanmış bir yaşam ergenlik çağında onda narsistik bir kişilik oluşturmuş. Şans ona ilk kez yirmi iki yaşında iken, henüz 16 yaşında hem kendi hem huyu güzel bir kızla evlenince gülmüş. O günden sonra kısmeti açılmış, geliri artmış ve mal-mülk sahibi olmuş.
Artık istediği her şeyi alıp yiyebiliyor, gezip tozabiliyormuş. Ardı ardına beş tane de çocukları olmuş. Fakat kalıcı narsistik kişiliği nedeniyle karısından ve çocuklarından pek çok şeyi esirgerken, sırf kendi aşırı bencil egosu için gereksiz şeylere oluk gibi para harcamaktan hiç kaçınmıyormuş.
İlki kırklı, ikincisi yetmişli yaşlarında olmak üzere iki kez aynı ölümcül ağır bir hastalığa tutulmuş. Artık herkes ölecek diye beklerken o, ülkenin en ünlü hekimlerini ayağına çağırarak, en iyi özel hastanelerde aylarca tedavi görerek yaşama tutunmayı becermiş.
Çocukları ilk hastalığında tahsillerini, ikinci hastalığında işlerini ihmal ederek onu hiç yalnız bırakmamışlar. İkinci hastalığı da yenip hastaneden ayrılırken hekimler annenin de sağlık durumunun iyi olmadığını, hastanede bir süre yatıp tedavi görmesi gerektiğini söylemişler. “Ben karıma çok iyi bakıyorum maşallah turp gibi, gerekirse onu evde de tedavi ettiririm” diyerek, karısını yanından ayırmamış. Fakat turp gibi dediği karısının çileli hayatı iki sene sonra bir gece yarısı geçirdiği kalp kriziyle son bulmuş.
Kısa bir süre sonra kendisinden otuz yaş küçük dul bir kadınla evlenmiş. Yeni karısı mülklerin bir kısmını kendi üstüne geçiriyor, en pahalı ziynetleri aldırarak takıp takıştırıyor, ilk kocasından olan çocuklarına destek olmaktan da geri kalmıyormuş. Bu arada kendi çocukları da giderek yaşlanıyorlarmış. Bir oğlu ilerlemiş yaşına rağmen ailesini geçindirebilmek için en ağır işlerde çalışmak zorunda kaldığından, bir sokağın başında kalp krizi sonucu vefat etmiş. Yüz yaşını geride bıraktığı yılların birinde ikinci karısı da vefat adince, malı-mülkü ve paraları çocuklarına kalacak endişesiyle, oturduğu saray yavrusu ev de dahil olmak üzere her şeyini satarak paraları çuvallara doldurmuş ve küçük ahşap bir kulübeye yerleşmiş. Burada bakımsızlık nedeniyle iyice takattan düşmüş.
Artık öleceğini anlayınca, çocuklarını yanına çağırarak onlara vasiyetini açıklamış. Vasiyete göre: Çocukları çuvallar dolusu parayı alacaklar ama kuruşuna kadar harcayarak kulübenin olduğu yere görkemli bir cami, bahçesine de kendisi için anıt mezar yaptıracaklarmış. Hepsi de yaşlanmış olan çocukları: “Baba bu paraların yarısıyla senin istediğin şeyler yapılabilir. Annemiz ve bir kardeşimiz senden hiçbir şey görmeden bu dünyadan göçüp gittiler. Bizler de bugüne kadar senden ne istediysek hep geri çevirdin. Bundan sonra da hiçbir şey ummuyoruz ama bari paranın bir kısmını torunlarına vasiyet et de biraz gün yüzü görsünler” diyerek ilk kez babalarına isyan etmişler.
Çok sinirlenen adam, ağzından köpükler saçarak: “Ne size ne de çocuklarınıza bir çöp bile bırakmayacağım, defolun gidin!..” diye bağırmış. Fakat yalnız kalınca ağır bir depresyona girmiş, şuursuz bir şekilde çakmağını çıkarıp para dolu çuvalları teker teker yakmaya başlamış. Alevler giderek yangına dönüşmüş, kendisi de paraları ve kulübesiyle birlikte yanmış, kül olmuş…