İsmail KAHRAMAN

Belgeselci - Gazeteci

belgeselciismail@gmail.com

Türk İslam Medeniyetinde Vakıfların Önemi

Vakfın özünde bulunan yardımlaşma ve dayanışma duygusu, Türkler’in İslamiyet öncesindeki geleneklerinde de görülen bir sosyal özellikti. Türkler, Müslüman olduktan sonraki dönemde de vakıf ve yardımlaşma anlayışı, “Allah Rızasını” kazanma isteği ile çok daha güçlenmiş ve genişlemiştir. Bu durum, vakfın belirli toplulukları kapsamasından çok, bütün insanları, hatta hayvanları ve doğayı da içine alacak şekilde genişleyerek enginleşmesine vesile olmuştur. Vakıfların hizmetlerinden veya menfaatlerinden yararlanabilmek için ne etnik ne dinî, ne de cinsiyet ve sosyal statü olarak bir ön şart aranmamış, hayır hususunda kesinlikle ayrımcılık ve bölgecilik yapılmamıştır.

İslam medeniyetinde vakıf mevzusunun bu kadar gelişmesinin en büyük sebebi Peygamber Efendimizin bizzat kendi kurduğu vakıftandır. Medine’de kendisine ait olan hurma bahçesini vakfedip gelirini de İslam’ın acil ihtiyaçları için kullanması örnek olmuştur.

Anadolu’da Selçuklu’nun izinden giden Osmanlı’da tıpkı kendinden evvelki gibi vakfa önem vermiş ve sayıyı arttırmıştır. Daha beylik yeni yeni kurulurken, Orhan Bey zamanında İznik’te yapılan medrese için Orhan Bey bizzat kendi malvarlığından medreseye vakfetmiştir. Hatta Bursa’da bir zaviyenin vakfiyesinde şu satırlar yer almaktadır:

“Cami ve zaviyenin tamiri için bazı köyler, han, hamam, dükkan, değirmen, bağ ve bostanlar vakfolmuştur. Fasık kimseler müstesna, mütevellinin müsaadesi olmadıkça, üç günden fazla kalmamak üzere gelen misafirler kabul edilmek ve yine üç günden fazla kalmamak isteyenlere rencide olmamaları için, vakfın şartı söylenerek fazla kalmalarına müsamaha olunmaması şartı konulmuştur.”

Peki hangi durumlarda hizmet için vakıflar kurulduğunu hiç düşünmüş müydünüz? O kadar teferruatlı bir liste karşılıyor ki bizi. En mühimlerini söyleyecek olursak; fakirlere, dullara, öksüzlere, borçlulara para yardımı yapmak, öğrencilere elbise ve yemek vermek, evlenecek genç kızlara çeyiz hazırlamak gibi her günün ihtiyaçları yanı sıra efendileri azarlamasın diye kase ve bardak gibi kap kacak kıran hizmetçilere verilmek üzere para vakfı yapan hayır severler. Yalnızca bunlar değil elbette. Divitinde mürekkep kalmayanların divitlerine mürekkep koymaları için kurulan mürekkep vakfı, mumu tükenen öğrencilere mum temin etmek için kurulan vakıflar bulunmaktaydı. Halka meyve ve sebze verilmesi çalışamayacak derecede yaşlanan kayıkçı ve hamalların bakımı için vakıf tesis edilmesi, çocukların emzirilmesi gayesiyle kurulan vakıflar, şehirlerdeki yol ve sokakların temiz tutulması için arkalarında kül olduğu halde caddedeki tükürük ve balgam gibi insanı tiksindiren şeylerin üzerini kapatmak gayesiyle dolaşanlar, oyuncağı bulunmadığı için arkadaşlarıyla oynayamayan çocuklara oyuncak alınmasıyla ilgili vakıfları tesis edip meydana getiren hayırseverlerin yaptıkları bu kadar da değildir. Selçuk Hatun gibi bıraktığı vakıf bahçe ve tarlaya her yıl muhtelif cinsten yüz meyve ağacının dikilmesini şart koşanlar da vardı. Yeni Camii’de duran leylekler için yılda yüz kuruş yem parası vakfedilmiştir.

Osmanlı dönemi vakıf eserlerinin isimlerini bile saymak ciltlerle ifade olunur. Yalnızca bazılarının ismini saymakla yetinelim: Cami, mescid, külliye, medrese, mektep, çeşme, sebil, selsebil, şadırvan, fıskiye, havuz, kuyu, hamam, ılıca, hela, yol, köprü, kervansaray, imaret, hastahane, kütüphane, namazgah, gasilhane, tekke, ribat, zaviye, dergâh, türbe, künbed, çarşı, pazar, han, kışla, kale, kaldırım, miskinhane, kalenderhane, darülkura, darülhuffâz, dârülhadis, muvakkithane, çamaşırhane, yağhane, mumhane, şekerhane, demirhane, dökümhane, fırın, tezgâh, mezbaha, tophane, güllehane, şişhane, tımarhane, dârüşşifâ, suyolu, sarnıç, sığınak, kabristan, köşk, konak, meşrûtahane, kahvehane, bozahane, şırahane, kıraathane, eczahane, mahzen...

Vakıf bırakanlar yaptırdıkları vakfettikleri eserleri geride bırakırken onların korunmasını, kollanmasını, yaşatılmasını istemişler. Bu nedenle geride bıraktıkları eserlerin bir duvarına ya bir dua, ya da bedduayı asmayı ihmal etmemişler. Yalnızca halk değil, bu geleneği Padişahlar dahi sürdürmüşler.

Sözgelimi Fatih Sultan Mehmed Ayasofya‘yı vakfedip, camii olarak kullanılmasını istemiş. Bu amaç dışında kullananların "Yakalarının bir araya gelmemesi" noktasında beddualar etmiş. Fatih’in oğlu Sultan II. Beyazid’nin de "Vakıf Bedduası” şöyledir:

“Allah'a ve ahiret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hazreti Peygamber Sallalahü Aleyhi Vesellemi tasdik eden, Emir, Bakan, küçük veya büyük herhangi bir kimseye, bu vakfı değiştirmek, bozmak, nakletmek, eksiltmek, başka bir hale getirmek, iptal etmek, işlemez hale getirmek, ihmal etmek ve tebdil etmek helal olmaz. Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kaidelerinden herhangi bir kaideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, feshedilmesine veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse, haram üstlenmiş, günaha girmiş ve masiyetleri irtikâp etmiş olur. Böylece günahkârlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Mâlik onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah’ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez…"

II. Bayezid devri (1481-1512) yazarlarından Cantacasin, Osmanlılarda vakfa olan itibarı şöyle anlatır:

"Küçüğü ve büyüğü ile Türk ileri gelenleri, cami ve hastane yaptırmaktan başka bir şey düşünmezler. Onları zengin vakıflarla techiz ederler. Yolcuların konaklaması için kervansaraylar inşa ettirirler. Yollar, köprüler, imaretler yaptırırlar. Türk büyükleri, bizim senyörlerimizden çok daha hayır sahibidirler, son derece misafir severler. Müslüman Türkler, Hıristiyan ve Yahudileri memnuniyetle misafir ederler. Onlara yiyecek, içecek ve et verirler. Bir Türk, karşısında yemek yemeyen bir adamla Hıristiyan ve Yahudi bile olsa yemeğini paylaşmamayı çok ayıp sayar.”

Tarihi bir belgede geçen şu ifade vakıfların önemini ne kadar da güzel anlatır:

“Osmanlı Devleti sınırları içinde vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte büyür, vakıf beşikte uyur, vakıf mallarından yer ve içer, vakıf kitaplarından okur, vakıf bir medresede hocalık yapar, vakıf idaresinden ücretini alır. Öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü.”

Vakıf malları kutsal ve Allah’ın malıdır vakıfları korumak ve sahip çıkmak milli ve manevi görevdir bu araştırma yazımı beni vakıflar bilinç ve şuuru İle yetiştiren İlim kültür tarih ve teknoloji vakfı www.iktav.com kurulmasına vesile olan rahmetli halamın vakıf vasiyet ve nasihati ile ilgili

www.gebzegazetesi.com da yer alan yazımın lingini sizlerle paylaşıyorum

https://belgeselciismailkahraman.wordpress.com/.../fadim.../

İktav Kültür Hizmeti Vakıflar Tarihi Belgeseli

Evet vakıflar tarihi ile ilgili yaptığımız araştırma yazımızın sonuna geldik. Belgesel Tadın da sizleri Vakıfların Tarihi ne Kültür Yolculuğu çıkarmak istiyorum

İktav Belgesel yayıncılık www.iktav.com kültür hizmeti olarak bir çok tv kanalın da yayınlanan devri alem belgesel programı

www.devrialem.tv olarak hazırladığımız vakıflar tarihi Belgeselimizi izlemenizi istiyor görüş öneri ve yorumlarınızı bekliyoruz.