İhânet karmaşık bir kavramdır. Kahraman ile hâin (ihânet eden) arasında şansa veya beceriye dayanan belli belirsiz bir mesâfe vardır. Ali Süâvi, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ı tahtından indirmek maksadıyla giriştiği darbe teşebbüsünde başarılı olsaydı, ‘kahraman’ ilân edilecekti. Çığırtkan azınlık ondan yana idi. Başaramadı, çığırtkan azınlık sesini çıkarmaya cesâret edemedi, ‘hâin’ ilân edildi. Aynı durum, 27 Mayısçılar, Talât Aydemir-Târık Gürcan ve 12 Eylül’cüler için de geçerlidir. Sosyete lügatinde ise ihânet bambaşka bir mâhiyete bürünmüştür.
Atilla İlhan; ‘Her milletin bir hâin kontenjanı vardır. Bu kontenjan Türklerde % 10’dur.’ Diyordu. (Herhalde kendi icâdı olan ‘ihanetölçer’ veya ‘ihânetmetre’ gibi bir âleti vardı)
Ankara’da Üniversiteliler Kültür Kulübüne devam eden ülkücü gençlerin Galip Ağabeyi, ‘Sizler, ihâneti asla düşünmeyen insanlar olabilirsiniz. Bu yetmez arkadaşlar… Her biriniz, 50 arkadaşınızda, 100 arkadaşınızda ihâneti asla düşünmeyen fikrî yapı oluşturamazsanız, bir ihânete kurban gidebilirsiniz!’ diyordu.