98’nci yılına ulaştığımız cumhuriyetimizin 29 Ekim 1923’te ilanı aslında fiili durumun hukuken tanımlanmasıdır. Çünkü üç yıl önce toplanan BMM’nin çalışmalarında, Sakarya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı Hanedanının ülkeyi yönetebilme kabiliyetini kaybettiği, rejimin değişmekte olduğu açıkça görülebiliyordu. Aslında Mondros Mütarekesi’ni imzalamakla hanedan kaderini belirlemiş oluyordu.
İstilacı Yunan güçlerinin 9 Eylül’de denize dökülmesi, Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması, müttefiklerin Ankara Hükümeti’ni tanıyıp İstanbul’u boşaltacaklarını üstlenmeleri, son padişah Vahdettin’in İngiliz savaş gemisiyle ülkeyi terk etmesi, halifeliğin kaldırılıp, tüm Osmanlı Hanedanı mensuplarının sınır dışı edilmeleriyle cumhuriyete giden yolun bütün taşları döşenmişti. Buna rağmen Meclis Başkanı sıfatıyla ülkemizi üç yıldır yönetmekte olan, Büyük Zafer’in Başkomutanı olarak “Gazi” sıfatıyla taltif edilen Mustafa Kemal, önemli kararlarında hep yaptığı gibi ketum davrandı. Kararını yakın çevresinden bir grup arkadaşının çağrılı olduğu Çankaya’daki akşam yemeğinde “yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek kararını bildirdi.
Cumhuriyet’in ilanı yurt sathında belli çevrelerin dışında olumlu karşılandı ve hızla benimsendi. Sadece Millî Mücadele’nin önde gelen komutanlarından bazılarıyla, Rauf Orbay kendilerine haber verilmemesini güvensizlik olarak gördüler ve kırıldılar. Bir süredir devam eden hükümet buhranı İsmet Paşa’nın başkanlığında yeni hükümetin kurulmasıyla çözüldü. Hükümetin gündeminde çok ağır iç ve dış sorunlar bulunuyordu. Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla her bakımdan çok önemli bir eşik aşılmış oldu. Kuvvetler birliğini esas alan yeni bir Anayasa yapıldı. Anayasa’da TBMM en yetkili organ olarak gösterilse de, ülkenin esas yöneticisi vefatına kadar Atatürk oldu. Karizmatik kişiliği, üstün liderlik kabiliyeti ve milletimiz nezdinde daima yüksek düzeyde olan büyük itibarıyla birinci adam olarak zirvede kaldı.
Cumhuriyet, birinci Meclis’in açılışından beri duvarda yazılı olan “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletidir” (Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir) ilkesini yani cumhuru esas almıştır. 24 Anayasası’nda önemini her zaman koruyan iki husus özellikle yer alır;
- Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk Türk ıtlak olunur.
- T.C. demokratik laik bir hukuk devletidir. Türklüğün ırkla bağlantılı sayılmayışının, laikliğin ve hukuk devletinin vurgulanmasının ne kadar önemli olduğu günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır.
Atatürk’ün en büyük üzüntüsü milletin iradesinin yasama organında tek parti tarafından temsil edilmesidir. Bu durumun ülkenin itibarına zarar verdiğini, demokrasinin işlediği bir ortama geçilmesi gerektiğini sık sık belirtiyordu. Bunun sağlanmasının ilk adımı olarak ikinci bir partinin kurulması girişimi başlattı. Çok güvendiği arkadaşı Fethi Okyar’ı buna memur etti. Kurucular kuruluna başta hemşiresi Makbule hanım ve Nuri Conker olmak üzere güvendiği isimleri seçti; Serbest Cumhuriyet Fırkası adıyla kurulan partiye, CHF’dan belli sayıda milletvekili verilerek Meclis’te temsil sağlandı. Fakat yeni parti beklenmeyen büyüklükte bir halk desteği buldu. CHF yönetimine tepkili olan, ekonomide çekilen ağır sıkıntıların altında ezilen yurttaşlar yeni partiye yöneldiler. SCF’nın kurulmasından bir ay kadar sonra yapılan seçimlerde bu durum açıkça ortaya çıktı. Genel seçimlerde CHF’nın iktidarda kalması zor görünüyordu. Henüz yapılan yapısal reformların yerine tam oturmadığı, ekonomik ve sosyal çeşitli sorunların bulunduğu ülkemizde iktidarın değişmesinin karmaşaya yol açmasından korkulduğundan bu girişimin durdurulmasına karar verildi. Fethi Okyar Gazi’nin kararına uyarak partisini feshetti. Böylece çok partili hayata geçildiği 1945 yılına kadar tek partili cumhuriyet dönemi devam etti.