Siyasiler, siyasî hesapları için birbirleriyle kıyasıya kapışıp dursunlar, ülkede kadına şiddetin ve bireysel silahlanmanın önüne bir türlü geçilemiyor. Kâğıt üzerinde alınan her türlü tedbire rağmen, kadına şiddet artarak devam etmekte, bireyler arasında silahlanma cep telefonu taşıma kadar kolay ve yaygın bir şekilde artmaktadır.
Öfke patlamasının yaşandığı ülkemizde, hukuka olan güven kaybı, yapanın yanına kâr kalma algısı, tutuksuz yargılanmak üzere salınanlar, suç dosyaları kabarık sabıkalıların serseri mayınlar gibi etrafta dolaşmaları, namusuyla yaşamak isteyen vatandaşları endişeye sürüklemektedir.
Haber kanalları her gün, kadın cinayetleri ve kadına şiddet haberleri ile çalkalanmakta, sıradan olaylarda çıkan tartışmalarda bile hiç yoktan insanlar hayattan koparılmaktadır. Boğularak, boğazı kesilerek, başı ezilerek, kurşun yağmuruna tutularak, bıçaklanarak, balkondan atılarak öldürülen kadınların feryatları artık Arş-ı âlâyı titretir olmuştur.
Uzaklaştırma kararına rağmen, kanun ve yasaları hiçe sayan zalimlerin, çocukları önünde kadınları vahşice katletmeleri veya onlara işkence yapıp, yaşamı zindan etmeleri, ülkenin kanayan yarasıdır. Ortada müthiş bir belirsizlik ve karamsarlık dolaşmakta, insanlar, dudak uçuklatan yargı kararlarıyla kime ve nereye güveneceklerine şaşırıp kalmaktalar.
Silaha ulaşmanın fırından ekmek almak kadar kolay olduğu ülkede, adam öldürme, yaralama, fidye isteme, adam kaçırma, tehdit, şantaj gibi olaylar artmakta, kanundan korkmayan suç makinaları, sık aralıklarla çıkarılan aflardan cesaret alarak savaştan galip ayrılmış kahraman edasıyla etrafta pervasızca dolaşmaktalar.
“Yatar çıkar, etrafa korku salarım” mantığı, “Nasıl olsa az bir cezayla kurtulurum” anlayışı, af beklentileri, potansiyel suç makinalarının cüretkârlıklarını artırırken, bu durum mağdur olanların korkulu rüya görmelerine yol açmaktadır.
OECD ülkeleri arasında kadına şiddet konusunda birinci sırada olan ülkemizdeki bu ciddi sorun, her nedense ülkeyi yönetmek için kuyruğa giren siyasi partilerin öncelikleri arasında yer almamaktadır.
Vatandaş, artık haber izlemekten dahi korkar hale gelmiştir. Görüntüler, çağdaş bir ülkeye yakışan görüntüler değildir. Mağdur edilenlerin daha mağdur hale geldiği bir ortamda, vatandaşın sığınacağı tek liman şüphesiz Devlet ve onun çatısı altındaki Adalet mekanizmasıdır.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına rağmen kadına şiddet azalmadan artarak devam etmekte, çılgınca silahlanma yarışının önü alınamamaktadır.
Keyif için havaya sıkılan kurşunlardan yaralanıp, hayata veda eden genç bir kızın duruşmasında, sanığa beraat verilmesinin ardından, feryatları vicdanları sızlatan annenin görüntüleriyle; gündüz vakti 13 yaşındaki kızı kaçırmak isteyen ve gözaltına alınıp serbest bırakılan zanlıların, kaçırılan kızın babasını darp edip işyerini kurşunlama haberleri, ülkenin içinde bulunduğu karanlık tabloyu özetlemektedir.
Büyük bir kısmı ruhsatsız olan 25 milyon silahın vatandaşın elinde olduğu söylenmektedir. Canı sıkılanın silaha sarıldığı bu ortamda, silahlanma yarışında önlem alınması gerekirken, Silah Yönetmeliği’nde yapılan yeni düzenlemelerle ateşin üzerine benzin dökülüyor olması, anlaşılır bir durum değildir.
Bu ülke, Anayasa’sında belirtildiği üzere ‘Demokratik, lâik, sosyal, hukuk devletidir!’ Bu münasebetle Devlet, namuslu vatandaşların korkmadan, endişe duymadan, yaşamalarını temin edip kişilik haklarını tehdit eden her türlü olumsuzluğa karşı onları güven altında tutmakla mükelleftir.
Vatandaşlar olarak, kadına şiddet ve bireysel silahlanma konularının Devletin çözmesi gereken acil konulardan biri olduğunu vurgularken, Cahit Sıtkı Tarancı’nın
“ Memleket isterim.
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun!
Olursa bir şikâyet, ölümden olsun !”
dediği bir ülke özlemi içerisinde olduğumuzu duyurmak isterim.