Kıbrıs Adası konusunu İstanbul’a üniversite eğitimi için geldiğim ilk gün 1955 yılında 6-7 Eylül olaylarının çılgınlığını görmüş bir öğrenci olarak yaşadım.
Kıbrıs Adası tarih boyunca çeşitli kavimlerin yaşadığı, 1432’lerde ise Hristiyan Venedik Korsanlarının işgaliyle Doğu Akdeniz’de Osmanlı gemilerine geçit vermeyen saldırmaları sonucu 1570 yılında fetih edilmiştir. Çok ilginçtir ki o yıllarda Katolik Venediklilerin yaşadığı adada baskı atkında tutulan ve azınlıkta olan Ortodoks Rumlarının ise Osmanlı’nın hoşgörüsü sonucu kilise açabilme ve hızla yerleşmeleriyle adada varlık gösterebilmişlerdir.
’93 Rus-Osmanlı Harbi’nin etkisi ile ada Osmanlı Devletince İngiliz Birleşik Krallığı’na kiralanmış; (1878). Birinci Dünya Savaşı sonunda ise İngilizler tarafından ilhak edilmiştir (1923).
Sonraki yıllarda Rumların Enosis ilân ederek adayı Yunanistan’a bağlamak isteğiyle EOKA adlı Rum Gerilla Örgütünün, Türk köylerine silahlı baskınlar düzenleyip; bebek, çocuk, kadın, yaşlı ayırmadan katletmeleri, köyleri yakmaya, yıkmaya başlamaları sonucu İngiliz idaresi altında ve batılı devletlerin seyirci kaldığı çatışmalar tırmanmaya başlamış, karşı mücadele için Türk Mukavemet Birliği kurulmuş ancak Rumların mezalimi, Yunan askeri cunta idaresinin destekleriyle dayanılmaz boyutlara ulaşması karşısında her gün gelen üzücü haberlerle Anavatan halkı tedirgin, gençlik ayaktaydı.
Çözüm “adanın taksimi” olarak ortaya kondu. “Ya Taksim – Ya Ölüm” “Kıbrıs Bizim Canımız Feda Olsun Kanımız” sloganlarıyla mitingler başladı. MTTB olarak benimde aralarında olduğum üniversite gençliğinin yer aldığı yüz binlerin katıldığı İstanbul Beyazıt Mitingi Dünya kamuoyuna olayların duyurulduğu en etkili mitinglerden biri olmuştu (7 Haziran 1958). Talebe hareketlerimiz ayrı bir anlam taşıyan Londra Görüşmeleri dönüşü uçağı düşen başbakan Adnan MENDERES’i Yeşilköy Havaalanı’ndan karşılamamız ile sürmüştü.
16 Ağustos 1960 Lefkoşe Antlaşması ile Türkiye-İngiltere-Yunanistan garantörlüğünde bağımsızlığa kavuştu. Ancak sorunlar çözülemediği gibi daha da karmaşık bir yumak haline geldi.
1974 yılında TSK tarafından başarıyla gerçekleştirilen Askeri Barış Harekâtı Kıbrıs konusunda Türkiye’nin kârlılığının Dünya kamuoyuna ciddi ve ilk yansıması olmuştur.
Hür teşebbüs olarak devletimizin yanında olma ve Kıbrıs’a sahip çıkma yönünden TOBB (Türkiye Odalar Borsalar Birliği) Başkanlığım sırasında (25 Şubat 1987) yüzü aşkın iş adamıyla birlikte Rumları çıldırtan askeri zaferimizi tamamlayan ekonomik zafer çıkartmamızın yer alması uzun süre Rauf DENKTAŞ’ın ve Hakkı ATUN’un mektuplarında veciz olarak belirttikleri gibi siyasi, sosyal ve ekonomik etkileşimi sürdürmüştür.
Bu toplantıda ağırlıklı olarak Kıbrıs’ın ekonomik yönden güçlenmesi ve kalkınması yanı sıra tüm sorunların görüşülmesi sağlanmıştı. Cumhurbaşkanı R. Denktaş çok dertliydi ve konuşmalarında anlamlı açıklamalarda bulunmuştu ikili ilişkileri anlatırken. Şu veciz ifadesini hiç unutamadım: “Her devrin adamı olmaktansa, her devirde adam olmak gerekir”.
Kıbrıs sorununun başta Türkiye-Yunanistan, Ege Denizi sorunu olarak gösterilip siyasi ağırlıklı bir algı operasyonu ile geliştiği görüntülense de aslında Adanın stratejik konumu ve BOP Büyük Ortadoğu Projesi Politikaları ve uygulamaları dışında değerlendirilemez.
Dünya Petrol ve Doğalgaz rezervinin yaklaşık yüzde altmış beşinin bu bölgede bulunması, ulaşım yollarına egemen olmak, Süveyş Kanalı’nı kontrol altında tutmak, Orta Doğu’ya sahip çıkmak için verilen savaşlar bölgeyi kan kokan bir kaynağa çevirmiştir.
Ne yazık ki ABD başta olarak emperyalist bazı ülkelerin Arap Baharı Hareketi ile Ortadoğu’da terör örgütlerine verdikleri desteklerle yaktıkları ateş, kan ve gözyaşları ile hedefledikleri Büyük İsrail Devlet oluşturma politikaları sonucu olaylar çok bilinmeyenli denklem haline dönüşmüş durumda.
Son aylarda adanın geleceğine dair müzakerelerin Doğu Akdeniz’de devam eden sondaj geriliminin gölgesinde BM öncülüğünde başlayabileceği haberleri gündemde yerini almış bulunuyor.
Ancak Yunanistan Başbakanı halâ Türk işgalinden bahsederken, Rum yönetimi de Federasyondan söz etmektedir.
Aslında Yunanistan’ında, Batı’nın da isteği Türklere AB üyeliğimizde ve diğer konularda baskı ve şantaj yaparak 2004 yılında yapılan referandumda Rum kesiminin reddettiği 1960 öncesi yaşanan, Türklerin azınlık olacağı iki kesimli adil olmayan tek devlet oluşturulması olarak görülüyor.
Asırlardır süregelen bu konunun artık oyalanacak yönü kalmadığından, çözüm isteniyorsa bir ümit ve şans olarak gördüğümüz Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin TATAR’ın “bu günün gerçeğinde iki devlet vardır” sözüne T.C. Cumhurbaşkanı R.T. ERDOĞAN’ın “iki devlet çözümünden başka çıkar yol görülmüyor” şeklindeki kararlı tutumları ilgili devletler tarafından ciddi olarak ele alınmalıdır.
Son olarak merhum Cumhurbaşkanı R. DENKTAŞ’ın teklifleriyle Kıbrıs vatandaşı olma onuruna sahip bir kişi olarak bu milli davaya tarih boyunca gönül vermiş, mücadele etmiş olanlara, mücahitlerimize, şehitlerimize, gazilerimize Egemenlik Harekâtının öncüleri Dr. Fazıl KÜÇÜK, ciddi devlet ve dava adamı, Türk Milleti sevdalısı Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ’ı rahmetle anarken, TS Kuvvetlerimizi, yaşadığımız dönemde tanıdığım takdir ettiğim Cumhuriyet Meclisi Başkanı Hakkı ATUN’u, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Derviş EROĞLU’nu ve davaya sahip çıkıp emeği geçenleri saygıyla selamlıyor, talebelik yıllarımda olan heyecanımla diyorum ki: “Kıbrıs Türktür Türk Kalacaktır”.