Dünyada ister özel, ister kamu, ister sivil olsun, kurumların ve kuruluşların başta gelen ekonomik sorunu: Ellerindeki kaynakları doğru yolda, verimli olarak değerlendirmektir. Hayatın bir boyutunda üretim varsa, bir boyutunda tüketim vardır. Hayatın hiçbir alanında üretmeden tüketmek mümkün değildir. Ekonomi, hayatın yaşanır kılınmasında, üretimle tüketim arasındaki uyumun, düzenin ve dengenin sağlanmasıdır.
*
Toplumlarda üretenlerle ve tüketenler arasındaki haksızlıklar, yazılı ve yazılı olmayan, etik ve ekonomik ilkelerle önlenir. Bu bağlamda, hayatın odak noktasında, ekonomik insandan önce etik insan vardır. Üretimin ve tüketimin yönetilmesinde, insanlar yeteneklerine göre üretirler, ihtiyaçlarına göre de tüketirlerse, kimsenin durumu kötüleşmeden, herkesin durumu iyileşir. Sağlıklı ekonomilerde, temel ihtiyaçların kıtlığı çekilmez, hayatın bütün boyutlarında savurganlık önlenir.
*
Bir ekonomide insanlar, kurumlar, kuruluşlar üretmediklerini tüketmezlerse, bütün dünyaya bir bulaşıcı hastalık gibi yayılan tüketim yarışı, temel ihtiyaçları karşılayan, üretim yarışına dönüşür. Doğal hayatta olduğu gibi, ekonomik hayatta da, hiçbir şey israf edilmezse, üretim ve tüketim sonrası oluşan artıklar ortadan kalkar. Ekonomik hayatta enflasyon başta olmak üzere, savurganlık bütün sorunların, bütün krizlerin kaynağıdır. Sınırlı dünyada savurganlık en büyük cinayettir. Enflasyon savurganlıkta sınır tanımayan devletlerin, üretilmeyeni tüketmelerinden kaynaklanır.
*
Dünyada enflasyonun ekonomik, siyasal ve kültürel hayatta yol açtığı yıkımlara örnek olarak, savaş yıllarının Almanya'sı verilir. O yıllarda devlet görevlilerine, haftalık, hatta günlük ücret ödenmeye başlanır. Aynı yıllarda Maliye Bakanlığında çalışan F. Neumak' ın anlattığına göre, sabah verilen ücretlerin, öğle yemeğini karşılamadığı günler olur. Mark değer ölçüsü olma özelliğini yitirir. Kurumlarıyla ve kuruluşlarıyla, Almanya felç olur. İnsanlar ekonominin öznesi olmaktan çıkarlar, ekonominin nesnesi olurlar.
*
İnsanlar ekonominin nesnesi olurlarsa, kişilikleriyle birlikte sorumluluklarını da yitirirler, ekonomik hayatın her boyutunda yolsuzluklar, haksızlıklar ve soygunlar katlanarak artar. Ayrıca şans oyunlarına gösterilen ilgi ve alkollü içkilerle olan düşkünlük, inanılmaz boyutlara ulaşır. Bir toplumda insanların ekonominin öznesi olma özeliklerini yitirmeleri, topluma savaşlardan çok daha büyük zarar verir. Toplumun bütün kesimlerinde ekonomik ve kültürel değerler ayaklar altına alınır.
*
Dünyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını savurganlığa ve açgözlülüğe kurban eden Kapitalist ve Komünist ekonomilerin sonuna gelinmiştir. Bütün dünya, insanı tüketimin nesnesi haline getiren bir ekonomi değil, insanı üretimin öznesi haline getirecek bir ekonominin özlemini çekiyor. İnsanlık yatağını yitirmiş bir nehrin denizi araması gibi, kafasını taştan taşa vura vura, ekonomi ve etik arasındaki uyumu ve dengeyi aramaktadır.
*
Yirmi birinci yüzyılda, insanlar ya ekonominin öznesi olacaklar ya da ekonominin nesnesi olarak, bütün dünyayı savaştan savaşa, krizden krize sürükleyerek yok olacaklardır. İki nükleer silah sahibi ülke arasındaki savaş, bütün dünyanın sonunu getirecektir.