Tüm dünya, yaklaşık iki yıldır Covid 19 la mücadele etmekte, bu salgını nasıl atlatırız diye bilim adamları harıl harıl çalışmakta, devletler kendi imkanlarına göre tedbirler almaktalar.
Ölüm vakalarının korkutucu rakamlara ulaştığı, yoğun bakımların tıka basa dolduğu bu süreçte, bilim adamlarının insanlığa sunduğu reçete, başta aşı olmak üzere maske, mesafe ve hijyen olarak sunulmuştu.
Bu reçeteyi ciddi bir şekilde uygulayan ülkelerde ölüm vakalarında ve yoğun bakımlardaki azalmalar, salgınla mücadele yolunda doğru yolda yüründüğünün açık göstergesi olarak kendini ispatlamaktadır.
Normal yaşama dönme yolunda atılan adımlardan sonra, vaka sayılarındaki artışlar ve yoğun bakımlardaki doluluk oranları düşmanın pusuda olduğunun sinyallerini vermektedir.
Gelinen noktada anlaşılmıştır ki bu amansız düşmana karşı elimizdeki tek silah aşıdır.
Tarih sayfalarına bakıldığında, geçmiş dönemlerde yaşanan ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olan salgınların bilim sayesinde önlendiği anlaşılmaktadır.
Hatırlanacağı üzere tarihimizin en trajik olaylarından biri, on binlerce vatan evladını şehit verdiğimiz Sarıkamış Harekâtı’dır.
Tarihçiler bu Harekât’ta Mehmetçiğin düşmana değil, soğuk ve tifüs’e yenildiğini yazmaktadırlar.
Bu acı tecrübe içerisinde çare arayan Türk hekimlerinin, Tifüs Aşısı’nı bulmak için ne şekilde ve hangi ortamlarda çalıştıklarını ve buldukları aşıyı kendi üzerlerin de denediklerini tarih sayfalarından öğrenmekteyiz.
Yaşımız itibarıyla Verem, Çiçek, Tifo, Boğmaca, Difteri ve Çocuk Felci gibi hastalıkların, insanlar üzerindeki etkilerini ve onları nasıl çaresiz bıraktıklarını gören ve yaşayan bir nesiliz.
Veremle mücadelenin öncülerinden hemşerimiz Prof. Dr. Nusret Karasu Hoca “Bir evde veremli varsa, o evin kapısında tabut ve teneşir hazır beklerdi” diyerek bu hastalığın nasıl canlar aldığını duyurmuştu.
Çocukluk dönemlerimizde, özellikle kırsal kesimde çocuk felci geçirmiş ve sakat kalmış çocukların yürek yakan görüntülerine sıkça şahit olurduk. İmkânların olmadığı o günlerde ebeveynler tahtadan yaptıkları arabalarla sakat kalmış çocukları gezdirirlerdi. O günlerde, koltuk değnekleri ve tahta bacaklar marangozlarda yapılırdı.
Çiçek hastalığından dolayı gözleri kör olan ve hastalığının açtığı cilt lekelerini taşıyan çocukların sosyal yaşamda çektikleri sıkıntılar anlatılır değildi.
Boğmacaya yakalanmış çocukların “Delikli Taş’tan” geçirilerek tedavi edilmeye çalışıldığı o günler hala hafızalardadır.
Kolera salgınının şehri kasıp kavurduğu sıkıntılı günleri unutmuş değiliz.
Bu gün, bahsetmiş olduğumuz karanlık tabloların asgariye indirilmesi devletin aşılama konusuna verdiği önemle olmuş, Sağlık Bakanımızın ifade ettiği gibi halkımız 13 çeşit aşıyı yaptırarak bu karanlık tabloyu aydınlığa kavuşturmuştur.
Salgınlar konusunda aşının oynadığı rol bu kadar açık ve net ortadayken, günümüzde aşı karşıtı bir direncin oluşması bir hayli düşündürücüdür.
Ortaya, bilimle çelişen tezler konmakta, komplo teoriler üretilmektedir.
80 yaşında birisinin kısırlık yapıyor diye aşı olmaması, mezra da yaşayan bir vatandaşın, bana aşı adı altında çip takacaklar inancıyla aşıya yanaşmaması, karşıtlığın nerelere kadar uzandığını anlatan komik düşüncelerdir.
Bilim çevresinden olmayan iddia sahiplerinin aşı karşıtlığı, özgürlük söylemleriyle bağdaşmamaktadır.
Ortada tüm halkı tehdit eden bir tehlike vardır ve bunun çaresi bilimin aydınlattığı yolda yürümektir.
“Aklın yolu birdir” gerçeğinden yola çıkıldığında, ülkede bu sıkıntıdan kurtulmanın yolu bilim adamlarının tavsiyelerine uymak ve aşı olmaktan geçmektedir.
Birilerinin keyfi ve fantezi bakış açıları tüm halkın sağlığının üstünde değildir.
Yapılan istatistikî bilgiler yoğun bakımda yatan hasta çoğunluğunun aşsızlar olduğu gerçeğini bize yansıtmaktadır.
Ölüm vakalarının ve hasta sayısının arttığı bu dönemi en sağlıklı şekilde atlatmanın yolu aşı olma sorumluluğunu taşımaktan geçtiğini tekrar hatırlatıyor, tüm insanlara sağlık ve esenlikler içerisinde bir yaşam diliyorum.