Nuri GÜRGÜR

Avukat

Afganistan’daki Gelişmeler ve Türkiye

ABD, 11 Eylül 2001’de ülkesinde meydana gelen terör olaylarının sorumlusu El Kaide örgütünü barındıran ve teslim etmeyi reddeden Taliban yönetimini cezalandırmak üzere girdiği Afganistan’ı kaçarcasına terk etti. Washington’un “Kabil’in düşmesi 90 gün sürer” açıklamasından dört gün sonra tek kurşun atmadan başkente giren Taliban, yönetimi teslim aldı. Cumhurbaşkanı sıfatına sahip Eşref Gani’nin çuvallar dolusu parayla kaçış tarzı ülke yönetimindeki çürümenin derinliğini ve Taliban’ın iktidarı kolaylıkla ele geçirebilmesinin sebeplerini net biçimde yansıtıyor.

ABD 2014’den bu yana Afganistan’dan çekilmek istediğini çeşitli vesilelerle tekrarlıyordu. 2020 yılı başında Katar’ın başkenti Doha’da Taliban temsilcileriyle yapılan görüşmelerde bunun nasıl yapılacağı konusunda anlaşma yapılıp imzalanmıştı. Metinde Taliban “Afganistan İslâm Emirliği” adının zikredilmesini mukabil mevcut Afgan Hükümeti’nin yer almamış olması Washington’un beklentisini ve tercihini ortaya koyuyor, merkezi hükümetin gözden çıkarıldığını gösteriyordu.

ABD 20 yıllık çabalarına rağmen çıkmaza saplandığının farkındaydı. En yetkili ağızlardan yapılan açıklamalarda ABD’nin buraya yığdığı yüz bin’den fazla askerinin ihtiyaçları, ülkenin yeniden inşası, alt yapının tesisi ve benzer konularda bir trilyon dolardan fazla harcama yapıldığı belirtiliyordu. Kurulması kararlaştırılan 300 bin kişilik ordunun ve polis gücünün silahları, eğitimi ve donatımı için 89 milyar dolar aktarılmıştı. Bu mali ve ekonomik ağır yükün yanı sıra bu dönemde 2 bin 448 Amerikan askeri, 1.144 NATO ve müttefik askerinin yanı sıra, 47 binden fazla Afgan askeri ve polisi hayatını kaybetmişti.

ABD, Türkiye dahil müttefiki bir kısım NATO üyesi askerleriyle birlikte 20 yıl önce Afganistan’a girerek Taliban yönetimini devirdi. Taliban güçleri Pakistan’ın kuzeyindeki dağlık bölgelere çekildiler. Pakistan ve Suudilerden aldıkları desteklerle bir süre toparlanıp savaşacak duruma geldiler. Bu bölgelerde elemanlarını eğittikleri medreselerin ve okuyanlarının sayısını daha da artırdılar.

Amerikan’ın hazırladığı ortamda iktidara gelen Afgan politikacılar ve onların görevlendirdiği bürokratlar, halka hizmet etmek yerine kendi çıkarlarını tercih ettiler. Bu nedenle toplumun güvenini ve saygısını kazanamadılar. Yolsuzluk, haksızlık, rüşvet ve nepotizmin yoğunlaşması sonucu ekonomik tablo büsbütün bozuldu. Ülkenin en büyük gelir kalemini üretilen afyon, eroin ve uyuşturucudan gelen para oluşturuyor. Taliban iki bin yılında güvendiği din alimlerinden aldığı fetvanın gereğini yaparak haşhaş üretimini yasaklamıştı. Ancak tabanından gelen tepkiler üzerine bu kararı kaldırdı. Halen Batı’da ve özellikle Avrupa’daki afyon ve eroinin yüzde sekseni Afganistan’da üretiliyor. Bu durum doğal olarak ülkedeki bağımlıların sayısını da artırıyor. Bugün nüfusu 35 milyon olan Afganistan’da bir milyondan fazla, yani dünyadaki en yüksek oranda uyuşturucu bağımlısı olduğu sanılıyor. Taliban’ın en büyük gelir kaleminin uyuşturucu olduğu öne sürülüyor.

Taliban’ın yirmi yıl direndikten sonra kazanmasının bazı önemli sebebi var:

1) Afganistan asırlardır dünyada bir benzeri dahi bulunmayan bir “etnik kimlikler, kabileler ve mezhepler mozaiği”dir. Bunları bir araya getirecek, uğrunda canları pahasına mücadele etmelerini sağlayacak, kabile ve mezhep aidiyetlerinin üzerinde ortak değerleri bulunmuyor; asırlardır belli bir coğrafyada ortaklaşa yaşamakta olsalar da   modern dönemlere damgasını vuran sosyolojik evrimi yaşamadıklarından “millet” haline gelemediler. Sovyet işgaline cihad coşkusu içerisinde on yıl direnen ve başarılı olan mücahid gruplar, zaferin ardından birbirleriyle mücadeleye başladılar. Taliban hepsinden daha disiplinli ve organize olduğundan üstünlük sağladı, 1996’da iktidara el koydu.

2) Onun ardından ABD’nin güdümünde yönetimi üstlenenler, yapılan yardımları ve kamu imkanlarını toplumun yararına kullanmak yerine ceplerini doldurmaya çalıştılar.

3) Rakam olarak Taliban’dan beş misli daha fazla olan ordunun ve polisin savaşmaya ne kabiliyeti de niyeti vardı; çünkü neyi hangi sebeple savunacaklarını bilmiyorlardı. İçten içe çürümüş, yolsuzluğa bulaşmış, idealleri, kutsalları olmayan asker ve polis en kolay yolu seçti; bazıları silahlarıyla birlikte kaçarken bazıları teslim oldu ve sonuçta kolayca dağıldı. Amerikalılar da böylelikle ordunun siparişle teşkil edilemeyeceğini biraz pahalıya mal olsa da öğrenmiş oldular.

4)Hüküm süren kopkoyu bir cehalet, orta çağ şartlarını gelenek ve din olarak benimsemiş olan bir toplum. Yetişmiş insan gücünün son derece az olması. En büyük becerilerinin çobanlık olduğunun şahidiyiz.

Taliban sıradan dini bir örgüt değil; benimsedikleri şeriat kuralları çerçevesinde ne yaptıklarını da yapacaklarını da biliyorlar. Son aylarda bir yandan başkente doğru ilerlerken, diğer yandan yoğun bir diplomasi trafiği yürüttüler. Çin’e giden Taliban heyeti karşılıklı çıkarlar üzerinden mutabakat sağladı. Çin Afganistan’ın zengin lityum yataklarına, keşfedilen beş enerji rezervine 286 maden yatağına gözünü dikmiş durumda. Yatırım yapmaya ve paraya büyük ihtiyacı bulunan Taliban’dan yatırımları için teminat aldılar ve devam edeceği sözünü verdiler. Pekin bu yönetimi tanıtacağını da duyurdu.  Rusya ile yaptıkları görüşmelerde rejim ihraç etmeyi kesinlikle düşünmediklerini belirterek işbirliğine hazır oldukları mesajını verdiler. İran ile yaptıkları görüşmelerde de bu uzlaşmacı tavrı sergilediler. Afganistan’daki Şiilerin güvenlik içerisinde yaşayacaklarını, iki ülke arasındaki sınırda güvenliğin sağlanacağını belirttiler.

Benzer yaklaşımı Türkiye’ye karşı da uyguluyorlar; dostça ilişkiler sürdürmeye hazır olduklarını, Türkiye’den yardım beklediklerini ifade ediyorlar.

İçeriye yönelik mesajlarında tedirgin ve endişeli olan halkı yatıştırıcı bir dil kullanıyorlar. Genel af çıkarıldığını, herkesin işlerine dönmelerini, sivillerin ülkeyi terk etmelerine neden olmadığını, kadın haklarına saygılı olduklarını, kapanmaları şartıyla yek başlarına sokağa çıkabileceklerini, bütün Afganları kapsayacak bir hükümet kurmak istedikleri şeklinde açıklamalar yapıyorlar.

Taliban istikrarlı ve kalıcı bir yönetim kurabilir mi, şeriatçı ve selefici bu rejim komşu Türk cumhuriyetlerine olumsuz etkiler yapar mı, başlayan göç dalgası bize doğru daha da artarak devam eder mi, Kabil Havaalanıyla ilgili niyetimiz sürecek mi? gibi bir yığın sorulara halen Türkiye olarak cevap aramak durumundayız.

Bunu yaparken iki hususa dikkat etmemiz gerekiyor. Birincisi Taliban’ın Müslümanlık anlayışı bizimkiyle bağdaşmaz, dolayısıyla kurmaya çalışacakları düzenle uyuşmamız kesinlikle mümkün değildir. Bunlar da bizim gibi “alnı secdeli” diyerek kucaklaşmaya çalıştıklarımızla neler yaşadığımızı, özellikle içeride 15 Temmuz’u, dışarıda Suriye’yi unutmayalım.

İkincisi diplomatik ilişkilerimizi gereksiz bir risk almaktan özenle kaçınarak gidebileceği yere kadar sürdürmeliyiz. Türkiye için büyük tehdit oluşturan göç sorunuyla ilgili, bir yandan kurulan Afgan İslâm Emirliği ile, diğer yandan Pakistan ve İran ile yoğun temaslar yaparak ortak çözüm yollarını arayıp bulmalıyız.