v
Sürekli gelişme içinde olan kimse, hayatında karşılaştığı olaylara bir sorun olarak değil, üstesinden gelinmesi gereken bir öğrenme fırsatı olarak bakar. Sıradan insan ise her şeyi ya şükredilecek ya da küfredilecek bir şey olarak görür.
Her şeyi öğrenme fırsatı olarak gören bilge kişiye göre, hayat anlamak, gelişmek, olgunlaşmak, tekamül etmek için fırsatlar sunar. Ona göre her olayda bir davet vardır: “Gel gözlemle, algıla, anla, yorumla ve içimde gizli olanı bul (Cüceloğlu, s. 360).
“Gelişim Gerginliği”
Gelişim gerginliği, kişinin şimdiki nokta ile gelecekte varmak istediği nokta arasındaki mesafedir. Kişinin gelişmesi için biraz psikolojik gerginliğe ihtiyaç vardır. Gelişim gerginliği güçsüzlük ve mutsuzluk oluşturmaz. Tam aksine kişiye umut ve coşku getirir, kişiyi öğrenmeye, gelişmeye iter. Gelişim gerginliği, olumlu bir süreci ifade ederek kişinin kendi içerisinde onu gelişmeye iten duygu, düşünce ve davranış sistemi oluşturur. İnsan geliştikçe güçlenir, kendine olan güven ve inancı artarak iç huzura kavuşur. Gelişim gerginliği içindeki kişi, kendinden daha büyük bir şeyin parçası olma yolunda ilerlerken hayatına canlılık, anlam, coşku ve doyum gelir. Bu anlamda gelişim gerginliği kişinin korunması gereken en kutsal duygularından biridir.
Mutluluğa ancak beynimizi ve yüreğimizi gücümüz yettiğinde aktif hale getirdiğimizde ulaşabiliriz. Hayatın amacı, sürekli gelişmek, bir şeyi savunmak ve boşuna yaşamamış olmaktır. Gelişmek bir ihtiyaçtan doğar. Ancak kişinin gelişmeye olan ihtiyacının farkında olması gerekir.
Bir insanın gelişmişliğinin ölçüsü, acı çekme kapasitesi ile doğru orantılıdır. "Eğer çözümün bir parçası değilsen, o zaman sorunun bir parçasısın demektir” der Eldridge Cleaver. Hayat, sorunlarla karşılaşıp onlara çözüm geliştirme sürecinden dolayı anlam kazanır. Sorunlar yüzünden aklen ve ruhen gelişiriz. Sorunlar kendiliğinden yok olmaz. Ya sorunları çözmek için çalışırsınız ya da oldukları gibi kalırlar. Bu durumda da ruhen gelişip olgunlaşmanıza sürekli engel oluştururlar (Peck, s.14 ve 28).
Erich Fromm‘a göre “Sahip olmak” veya “olmak” gözüyle hayata bakan kimsenin gelişimden anladığı farklıdır. Sahip olmak, nesneleri veya insanları elde edip onları kendi egemenliğine almaktır. Başka bir ifadeyle “sahip olmak”, “olmamaktır”. Olmak ise kişinin özüne dönük bir kavramdır. Olmak eğilimli kişi, başkalarının var olan özelliklerinin ve insancıl potansiyellerinin zenginleştirilmesine katkıda bulunur. Hayatını olmak ilkesine göre tanzim eden kimse sevdiği şeyin gelişip yücelmesi için çaba sarf eder. Başka bir ifade ile onun hayatında bilinçli bir sevgi vardır.
İnsanın doğasında hem sahip olmak hem de olmak eğilimleri birlikte bulunur. Ayrıca hayatta kalma sahip olmak duygusunu biraz güçlendirir Ama yine de bencillik ile tembelliğin insandaki başat özellikler olduğu fikri yanlıştır. Çünkü insanda doğumla birlikte getirilen ve en derinde yatan istek “olmak” eğilimidir.
Yeteneklerini verimli biçimde kullanmak, aktif olmak, başka insanlara ilgi duymak, kendini yenileştirmek, geliştirmek, akmak, sevmek, vermek ve benlik kafesinin kapılarını açarak insanlarla işbirliğine girmek “olmak” eğiliminin göstergeleridir. Sahip olmak nesnelere ilişkindir. Olmak ise yaşantılara dayanır. Nesneleri görüp tutmak kolaydır. Olmak ise içsel süreçlere dayandığı için dile gelmesi ve tanımlanması zordur (Fromm, s. 141).
Evet, siz “sahip olmak” eğilimli misiniz, yoksa “olmak” eğilimli mi?
KAYNAKLAR
CÜCELOĞLU, Doğan, Savaşçı, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999.
FROMM, Erich. Sahip Olmak Ya da Olmak, Çev. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1982.
ÖZKAN, Zihinsel Terapi, Hayat Yayınları, İstanbul,
PECK, Scott. Az Seçilen Yol, Çev. Rengin Özer, Akaşa Yayınları, İstanbul, 1998.