Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Abra ve Abrahan

Yeryüzündeki inançlarla ilgili mitolojiler bakımından en zengin uluslar, başta Türkler olmak üzere Turan kökenli uluslardır. Türklerin derin geçmişleri ile ilgili mitolojilerin hepsini bir yazıda anlatmak/irdelemek olanaksız. Bu yazımızda sadece ‘ABRA’ mitolojisi ve buna bağlı olarak ‘ABRAHAN’ olgusu ele alınacak ve de irdelenecek.

‘ABRA’ Tanrı tarafından yaratılan, özel yeteneklerle, akıl ve sınırlı özgürlükle donatılan üstün/yüce bir yaratılmıştır. Daha yüksek düzeylerle ilişkisi kesilmiş olduğundan içinde bulunduğu ortamda gördüklerini ve var olanlar ile ilgili her şeyi anlamak için us yürütür. Her var olanın ortak bir yaratıcısı olduğu kanısına vararak Yaratanı aramaya/anlamaya koyulur. Çeşitli düşünce çabaları ile deneme ve yanılmalarından sonra; Yüce yaratıcıya ulaşır ve o artık ermiş bir varlıktır. ABRA, Yüce Yaratıcıya nasıl hizmet edeceğini düşünmeye başlar. Tanrısal onç içinde kendisine kut verilerek ADAM neslinin bilinçlendirilmesi için görevlendirilir.

ABRA; usu ile Tengri bilincine ulaşarak insan türünün bilgilendirilmesinin yanı sıra, insanların kötülüklerden korunmalarını sağlamak için sürekli çalışmıştır. Çok daha önemlisi, insanlar arasında Yaratıcının varlığına ve tekliğine koşulsuz olarak inanılmasını sağlamada çok çaba göstermiştir, başarmıştır… İşte Türk Mitolojisindeki ABRA budur. Ancak yukarıdaki bilgiler çok yüzeyseldir. Böylesi konuların hemen hepsinde olduğu gibi ABRA ile ilgili kozmik bilgiler de gizlenmiştir (ezoterizm). Bilge ışımanlar ve erenlerin ABRA’yı anlamaları/bilmeleri için kuşaktan kuşağa bilgi aktarılmasını kendi görevleri olarak kabul ettikleri bilinmektedir. Böylesi bilgi aktarımında genelde bir simge kullanılır ya, işte ABRA için de atalarımız tarafından bir simge kullanılmıştır. Onun için kullanılan simge ‘EVREN’ dir. İyi anlaşılması için ‘EVREN’ e bir bakalım: Biz insanların bilip-bilemediği, algılayıp algılayamadığı yaratılmış her ne varsa bunların tamamı ‘EVREN’dir. Türklerce Evren’in tamgası ‘Küre’dir, Güneş gibi, Ay gibi. Tengride kut bulmuş (Huma) kadim Türk başbuğlarının taçlarında küre vardır (Oğuz Kaan’da olduğu gibi). Ayrıca tuğların üzerinde de küre vardır. Küre tamgası ile betimlenen Evren, başlangıçta durağandır. Daha sonra evrilmeye ve devinmeye başlamıştır. Evrenin bu deviniminin sonucu olarak zaman oluşmuştur. Evren bazen Abra gibi iyidir bazen de Yutpa gibi kötüdür. İyiliği ve kötülüğü insanlar kendi benlikleri (egoları) ile oluştururlar. Evrenin simgesi ise ejderdir… Türk mitolojisinde bunlar, işte böyle… Ayrıca Evrenin özüne varmak yani zaman kısıtını geçmek, ‘SIR KAPISI’ nı geçerek ‘ermek’ (insanı kâmil olmak) anlamına gelir.

Yine Türk Mitolojisinde Evreni (ejderi) yenmiş olmak, ejder ile savaşarak onu öldürmüş olmak; ERMEK/ zamanın ötesine geçerek ölümsüzleşmek anlamındadır… ABRA da Evrenin özünden olan bir yaratılmış olarak kabul edildiği için onun simgesi de ‘ejder’dir. Nasıl bir ejderdir? Şöyle: Devasa yapılı, dört ayaklı, gözleri parıl parıl, kuyruğunun ucu çatal ve başında puhu kuşundakine benzer tüyler vardır… Atalarımızın ABRA adını verdikleri (Altay Türkleri hem Abra hem de ABRAM derler) bu kutsal yaratılmış için yukarıda tarifi verilen ejderi, simge olarak vermeleri ezoterik anlamdadır, tıpkı ‘KÖKBÖRÜ’ de olduğu gibi… Sormadan olmuyor; bazı üst düzey kutsal yaratılmışlar, bazı görevler için biz insanlara gönderilmişler / gelmişler midir? Bu soru aşağıdaki satırlarda irdelenecek. Başkaca bir durum; bütün insanların ortak genlerinden biri ve en önemlisi bir ejder geni midir?.. Türk mitolojindeki önemli öğelerden biri olan Abra’yı, erenlerin bildiği gizli bilgiler dışında, sadece yüzeysel olarak masaya koyduk. Şimdi Abra ile ilintili başka bir konuyu ele alalım. Günümüzden yaklaşık 6.000 (altıbin) yıl önce, yani M.Ö. 4000 yıllarında Orta Asya’daki Turan Uygarlığının boylarından biri olan ‘KENGERLER’, şimdilerde ‘Ortadoğu’ diye adlandırılan bölgenin neredeyse ortası olan, iki nehrin (Dicle ve Fırat) birleştiği bölgeye göç ettiler. Söz konusu bölgede/topraklarda, genelde ‘Sami’ ırkından topluluklar yaşamaktaydı. Yerli halk bilgisiz ve bilinçsizdi. Toplumsal yaşantılarına ve geleneklerine bakınca, uygarlığın sıradan bir hali bile denilemeyecek kadar ilkel idiler. Dince inançları ise Tanrısallıkla ilgisi olmadığından Kengerlerce sapıklık olarak kabul edilmekteydi… Kengerler, Turan gelenekleri uyarınca, hemen toplumca düzenlemelerini yaptılar. Ve ‘KENGER DEVLETİ’ (Sümer Devleti) adıyla bir devlet kurdular. Kenger Devletini yönetenlerin tamamı Kengerlerden oluşuyordu. Devletin önemli iş görenleri de Kengerlerden idi. Yine yörede bilimin gelişmesi ve inanç ortamının oluşmasına yönelik görevliler de Kengerlerdendi. Anlaşılacağı gibi yeni kurulan devletin asli unsurları, nüfusun yarından daha az sayıda olmalarına karşın, Kengerler idi. Kengerlerin bir kısmı da, Orta Asya’daki alışkanlıkla koyun yetiştirmeye başladılar, o kadar ki o yörede hiç görülmeyen sayılarda büyük koyun sürüleri oluştu. Çoğunluğunu Sami ırkının teşkil ettiği yerli halk ise genelde küçük çiftçi idiler… Kengerler yeni kurdukları devlet ile yörede Turan Uygarlığının Türe’sini /Töre’sini/Torah’ını uyguladılar. Böylece yeryüzünün bu bölgesinde, sanki yıldız gibi parlayan bir devlet/uygarlık kurmuş oldular. Yeni devleti kuranlar, yerli halkın inanç sitemini de sapıklıktan kurtardılar. Turan Uygarlığının ‘Tengri Tek’ inancını ve bu inancın kurallarını da yerli halka öğrettiler… Kenger Devleti zamanla bölgenin büyük bir uygarlık merkezi haline geldi. Kendi halkının yanı sıra çevrelerindeki diğer toplumları da etkilemeye başladılar. Bu arada Kengerler ile yerli halk karışmaya / kaynaşmaya başladı. Asırlar geçtikçe ne yazık ki bilimde, inançta ve uygarlıkta gerilemeler / yozlaşmalar başladı. Kuruluşundan asırlar sonra, büyük zenginliğe kavuşan Kenger Devleti M.Ö. 2100 (günümüzden yaklaşık 4100 yıl önce) yıllarına gelindiğinde geçen süre içinde, bilim ve sanatta olduğu gibi dini inançta da aslından kopuş hatta sapıklık derecesinde bozunmalar oluşmuştu. İşte tam da bu yıllarda Turan kökenli genç ABRAHAN ortaya çıktı. Bilindiği üzere; Turan kökenli uluslarda kutsal kişi ve kutsal yaratılmışların adlarını yeni doğan çocuklarına vermeleri gelenek halindeydi, günümüzde de böyledir. Çoğunlukla çocuğa konan kutsal ad’a bir ek koymak da gelenektendir. Abrahan’ın ana ve atası da çocuklarına kutsal ABRA adını, eki olarak da HAN sözünü uygun görerek ona ABRAHAN demişler. Abrahan, daha yetişkin bir genç halindeyken sürülerle koyun sahibi olur. Yanında akrabalarından kişilerin hatta Kenger olmayan insanların çalıştığı bir Türk Beyi haline gelir. Yine ırkının verdiği geleneksel terbiye ile çok konuksever biridir. Hemen her hafta koyunlar kestirerek ziyafetler düzenlediği, ziyafetlere inancı ve ırkı ne olursa olsun insanları davet ederek onları doyurduğu bilinmektedir. Bu konuda çeşitli söylenceler günümüze kadar gelmiştir. Hatta Abrahan’ın bu hayırseverliği ile Tengri’de Kut bulmuş olduğu, günümüzde bile: “Halil İbrahim sofrası, Halil İbrahim bereketi” sözleriyle onun kutsallığı yaşatılmaktadır (Prof. Dr. Mustafa Uzun-Sempozyum bildirisi). Abrahan, içinde bulunduğu toplumun nasıl yozlaştığını, insanların sapık inançlara yöneldiğini görmüş ve bunlara karşı mücadeleye karar vermiştir. Özellikle nüfus bakımından çoğunluğu teşkil eden Sami ırkından toplulukların Yüce Yaratıcıyı inkâr eden sapıklıkları Abrahan’ı harekete geçirmiştir… Bu arada şunu da belirtmeliyim; bazı eski yazılanlar ve söylencelerde, Abrahan’ın babasının put imal eden biri olduğu, ayrıca Abrahan’ın başlangıçta inançsız olduğu, sonradan bazı akıl yürütmeler, deneme yanılmalar ile ‘Tengri Tek’ inancına vardığı yazılıp anlatılmaktadır. Bunların aslı yoktur. Bir Türk boyunun (Kengerlerin) mensubu olan Abrahan, zaten Tek Tengri inancına sahipti. “Hz. İbrahim’in babasının ‘put ustası olduğu’ şeklindeki dedikodu Kuran’da yer almamaktadır (Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz).Bir başka bilim insanı: “Hz. İbrahim zaten tevhit inancındaydı, bunu sonradan öğrenmedi” Prof. Dr. M. Sait Şimşek… Şimdi siz bakmayın Abrahan’a, çeşitli kavimlerce bazı yakıştırma adlar verildiğine; Türk Mitolojisinde ABRA’ya ‘ABRAM’ da denilmekteydi. Günümüzde bile Altay Türkleri ‘ABRAM’ derler – Araştırmacı Mehmet Oymak. Dolayısıyla, özellikle Yahudilerde ‘ABRAM’ denmesi yanlış değildir. Hatta; ABRA/ABRAM us yoluyla ve deneme/yanılma metodu ile Yüce Yaratıcıya ulaşmıştı ya (mitolojiye göre), adını aldığı Abrahan’a da kutsallık yüklemek için benzer bir söylence yakıştırılmış olması muhtemeldir… O asırda (devletin kuruluşundan iki bin yıl sonra)yerli halkın, Abrahan’ın milletinden (Kengerlerden) yüz çevirdikleri ve iyice sapkınlaştıkları anlaşılmaktadır. Kenger devleti birliğini kaybetmiş ve bazı kent devletleri oluşmuş. O küçük devletçiklerin, en azından bazılarına yerli halk yönetici olmuştur. Abrahan sapık yerli halka onların diliyle (yani o zamanki Sami ırkının konuştuğu dil ile) hitap etmektedir. Abrahan’ın başlattığı inanç mücadelesi, bazı yobaz takımının ve de yöneticilerin hiç hoşuna gitmez. Pek çok saldırıya maruz kalır ama zenginliği ve çevresindeki akrabaları ve çalışanları (çobanları) sayesinde mücadeleye devam eder. İnsanlara, ‘Tek Tengri’ inancına dayalı yeni bir dini anlayış sunar. Bu yeni dinin adı: “Hz. İbrahim’in getirdiği dinin adı HANİFLİK’tir – Prof. Dr. İbrahim Canan… Abrahan’ın yeni din anlayışına karşı çıkanlar ve yöneticiler şiddet yöntemlerini çeşitlendirirler ve dozunu iyice artırırlar. O kadar ki onu ateşe atıp yakmaya bile kalkışırlar… Durumun kötüye gittiğini ve de bulunduğu yörede daha başkaca yapılacak şey kalmadığını anlayan Abrahan, dini inancını daha başka ellerde yaymak için göç etmeye karar verir. Hanımı Saray, kardeşinin oğlu Lut, diğer akrabalarından bazılar ve yanında çalışanları (çobanları) ile göç etmiştir. Ama bu göçün, eski kaynak ve söylencelerdeki anlatılışı çelişkilerle doludur. Mesela: Abrahan yanındakilerle Kenan ülkesine gidecek. UR kentinden çıkıp, oradan Harran’a oradan da Kenan eline gittiği yazılmış! Bu şuna benziyor; günümüzde Antalya’dan İstanbul’a gitmek için önce Samsun’a oradan da İstanbul’a! Yani Samsun üzerinden İstanbul’a gitmek gibi! Böyle dolambaçlı yol izlendiğinin anlatılması/yazılması için tutarlı bir gerekçe de yok… Benzer çelişkili yazılar, ‘Yahudi kaynakları/tarihi, Kenger tabletlerinden kendilerine göre uyarlanarak yazılmışlardır.- Prof. Dr. Şahan Kuzgun…’ İşte bu uyarlama kaynaklar ne yazık ki bazı yanlışlar/hatalar içermektedir… Her neyse, biz şimdi Abrahan’ı izleyelim. Abrahan, Tek Tanrı inancını yani kendisinin mensubu olduğu kavmin inancını Ortadoğu’daki halklara anlatmayı kutsal bir amaç haline getirmişti. Hedefi büyüktü. Göç etmesinin sebebi de buydu… Kenan eline geldiğinde oralardaki kişi ve toplumları inceledi. Ve o ellerdeki insanların da sapıklık içinde olduklarını gördü. Kenan elinin insanları sadece sapık değil aynı zamanda söz anlamaz cahillerdi. Abrahan, bu cahillerle uğraşmaktansa, inancını daha iyi anlatıp/inandıracağı insanların yaşadığını düşündüğü Mısır’a yöneldi... Mısırlı yöneticiler Abrahan ve yanındakileri hoş karşıladılar, hayvan sürülerine otlaklar tahsis ettiler. Abrahan da Mısırlılara karşı çok hoş, akıllıca ve bilgece davrandı. Bu karşılıklı anlayış sonucu Abrahan ve Mısırlılar dost oldular. Bu arada Abrahan çok temkinli davranarak dini düşüncelerinden hiç söz etmiyor ama konu ile ilgili araştırmasını da yürütüyordu… Araştırmalarının sonunda anladı ki; Mısır’ın dini inancı da sapık bir vaziyette, dini kuralların düzenlenmesi ve uygulanması rahiplerin elinde. Çok güçlü bir konumda olan rahip sınıfı, yöneticileri hatta firavunu bile etkileri altında tutmaktalar. Ülkenin zenginleri de rahiplere karşı çıkamamakta. Sıradan halka gelince onların zaten söz hakları yok… Böyle bir ortamda kendi inancını Mısır’da yaymasının mümkün olmadığını, hatta başlarına kötü şeyler geleceğini anlayan Abrahan, Mısır’dan da göç etmeye karar verdi. Tekrar Kenan eline doğru gitmek için hazırlıklara başladı. Mısır’a geldiklerinde; Abrahan’ı kral gibi karşılayan yöneticiler, Saray’a da kraliçeymiş gibi davranmışlardı. Abrahan Mısırdan ayrılırken de dostça davrandılar; kendisine, oldukça yüklü maddi yardımda bulundular. Ayrıca Saray’a hizmet etmesi için Hacer adında bir cariye hediye ettiler… Abrahan Kenan eline geri döndüğünde, Mısır’a gittiğinden daha zengindi. Lut Abrahan’dan ayrılmak istedi. Karşılıklı anlayış içinde, Lut’a da hakkı olanlar verilerek ayrıldılar. Lut gidip ERDEN yöresine yerleşti. Abrahan ise HEBRON’a gidip yerleşti. Koyun yetiştiriciliğine devam eden Abrahan, çevrede dini inancını yayacak bir toplum/halk bulamıyordu. Ancak yanında bulunan akrabaları ve çalışanlarına inancını öğretiyordu. İnancının kendinden sonra devam etmesi için kendi neslinden birilerinin de var olmasını istiyordu ama karısı Saray kısırdı. Saray, Abrahan’ın ne istediğini biliyordu. Ve cariyesi Hacer’i, çocuk doğurması için kocasına verdi. Hacer Abrahan’dan bir çocuk doğurdu… Bir gün çobanlardan ikisi, kim olduklarını tanıyamadıkları birkaç kişinin kendilerine doğru geldiğini Abrahan’a haber verdiler. Gelenler yaklaşıncaya kadar onları gözetleyen Abrahan da onların kim olduklarını anlayamadı. Konuklar yanlarına geldiğinde Abrahan konukseverliğinin gereği olarak hanımı Saray’a et yemeği hazırlamasını söyledi. Havadan sudan konuşmalar sonunda, konuklarının önüne yemek geldiğinde onlar; hiçbir şey yemeyeceklerini ve hiçbir şey içmeyeceklerini söylediler. Abrahan anladı ki bu konuklar insan değil!.. Korktu. Çünkü onlar ceza amaçlı da gelmiş olabilirlerdi. Onun korktuğunu anlayan konuklardan biri; “Abrahan korkma biz senin için gelmedik, Lut ve onun içinde yaşadığı kavim için geldik. Bu arada sana ve eşin Saray’a bir müjde için uğradık.” Dedi… Yukarıda ‘dünya dışı kutsal yaratılmışların dünyayı ve insanları ziyaret etmeleri konu edilmişti. Sadece Abrahan’a gelenler değil, daha pek çok örneği var. En çarpıcı karşılaşma örneği; Hezakiel Peygamberin tanık olduklarıdır. Onun anlattıkları çok ilginç. Ayrıca anlattıkları, o çağlarda gerçekten tanık olunmadan anlatılacak/uydurulacak gibi görünmüyor… Abrahan’a gelen konuklar Saray ile özel bir görüşme yaparlar. Kocasının ve oradakilerin tanık olmadıkları görüşmenin içeriği hakkında acık bir bilgi yok. Konuklar Saray’ın gebe kalacağını ve çocuk doğuracağını müjdelerler. Ve konuklar Lut’un olduğu yere gitmek üzere ayrılırlar. Saray gebe kalır ve günü geldiğinde doğurur. Hanımı Saray’dan da çocuk sahibi olan Abrahan bir süre sonra yine evlenir. Bu kez kendi soyundan/Turan kökenli güzel bir kadın olan KANTURA ile evlenir. Kantura’dan da altı tane çocuğu olur… Abrahan ölmeden önce; Tek Tanrı (Tevhit) inancını korumalarını ve yaymalarını, ayrıca Töreye (Toraha) uymalarını, çocuklarına vasiyet eder… Abrahan’ın insanlığa sunduğu Tek Tanrı inancı zamanla yozlaştı, kişiler ve toplum kısmen de olsa sapıklaştı. Durum kötüye gidiyordu ki Yüce Yaratıcı bir bakireden (babasız) doğan bir Yalavaç’ı(Tanrı elçisi) görevlendirdi, inanç yeniden aslına döndü… Ne yazık ki yaklaşık üç yüz yıl sonra Tek Tanrı inancı yine yozlaştırıldı, kişi ve toplumların sapıklık içine düşmeleri yine yaygınlaştı… Abrahan’ın inancı sanki küllerinden yeniden doğuyordu; Yüce Yaratıcı tarafından yeniden bir Yalavaç görevlendirildi. Ve istikamet düzeltildi… Günümüzde; bazı aksaklıklara karşın, Abrahan’ın insanlığa kök inanç olarak bıraktığı, Tek Tanrı (Tevhit) inancı sürdürülmektedir…

NOT:

1) Bu yazıda, tarih bilimi çerçevesinde; kaynaklar, belgeler ve diğer bilgiler üzerinden eleştiri/yorumlama yoluyla bazı çıkarımlar yapılmıştır.

2) Bu yazının hazırlanmasında faydalanılan kaynaklar: -Sümerolog Muazzez İlmiye ÇIĞ’ın araştırmaları, -SÜMERLER / KENGERLER, Selçuk Silsüpür. Büyük Anadolu Medya Grup, 20 Aralık 2016, Ankara, -Hz. İbrahim (sempozyum bildirileri) ŞURKAV Yayınları 1997--Şanlıurfa,