Eskiler; ‘Galat-ı meşhûr, fasîh-i mehcûrdan evlâdır.’ Derlerdi. Bu sözü, günümüz anlatımıyla: ‘Yaygın bir yanlış, kullanılmayan ve fakat düzgün olan doğrunun önündedir.’ Şeklinde söyleyebiliriz.
Millî hassasiyetler söz konusu olduğunda, işin doğrusunun bilinmesinden öte; doğruları yanlışların önüne yerleştirmek mecburiyetindeyiz.
Türk kelimesi târih kitaplarından silindiğinde, kitaplar boş bir defter hâline dönüşür. Hıristiyan batı, bunu biliyor. Ancak yine de Türk kelimesini unutturmak için, hiç değilse kullanımdan kaldırmak için gayret gösteriyor. İnat ve ısrarla, yanlış kelime ve kavramları dünya literatürüne yerleştirmeye çalışıyorlar. Üzücüdür ki yerli gafillerin desteği ile bir ölçüde başarılı da olabiliyorlar.
Yanlış isimlendirmeleri şöylece sıralayabiliriz: Azerîler, Büyük Petro, Mesketler, Orta Asya, Sinkiyang, Tatarlar, Volga Irmağı… ve diğerleri.
Azerbaycan Türkleri: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) döneminde Azerbaycan’da yaşayan Oğuz Türkleri, SSCB yönetimi tarafından ‘Azerî’ olarak anılıyor, kayıtlara böyle geçiyordu.
Dünyada, ‘Azerî’ diye bir millet, ırk ve kavim yoktur. Azerbaycan topraklarında yaşayan soydaşlarımızı Azerbaycan Türkleri olarak anmamız gerekir.
Özbek, Kırgız, Karakalpak / Karapapak, Kazak, Tacik, isimlendirmeleri de Türk ismini unutturma gayretlerinin ürünüdür.
Azerbaycan Türkleri, 74 yıl boyunca Komünist yönetimlere ve bir arada yaşamak mecburiyetinde bırakıldıkları Rus halkına, bıkmadan, usanmadan Azerî isimlendirmesinin yanlış olduğunu, kendilerinin öz-be-öz, katıksız Türk olduklarını anlatmak için çırpındılar. Günümüzde de biz Anadolu Türkleri karşısında aynı yanlışı düzeltmeye çalışmak mecburiyetinde kalmaları, onları olduğu kadar bizleri de üzmeli.
Çar Birinci Petro: Rusların ‘Büyük’ olarak kabul ettirmeye çalıştıkları Çar Birinci Pyotr Alekseyeviç, davranış bozuklukları sergileyen hastalıklı bir insandı. İlk eşini 10 yıl süren hayat arkadaşlığından sonra Manastıra kapatan bir sadistti. Uzun yıllar Çarlık tahtını üvey kardeşi ruh hastası Beşinci İvan ile paylaştı. Yönetim işlerini büyük ölçüde annesinin akrabalarına bıraktı. Kendisi; marangozluk, demircilik, tornacılık, matbaacılık ve gemi yapımı gibi işlerle meşgul oldu. 1695’te, Kırım üzerine bir askerî sefer düzenlediyse de perişan bir vaziyette kaçmak mecburiyetinde kaldı. 1696’da İvan’ın ölmesiyle (bir iddiaya göre Petro’nun emri üzerine öldürülmesiyle) tek başına çar oldu. 1697’de ülkesini terk edip takma bir isimle Amsterdam tersânelerinde işçi gibi çalıştı. 1698’de ülkesinde çıkan bir ayaklanma sebebiyle Moskova’ya döndü ve asileri, pek çok suçsuz insanla birlikte katletti.
Avrupalı devletleri, Osmanlı Devleti aleyhine bir ittifaka râzı etmeye çalışırken Avusturya’nın Osmanlılarla barış sözleşmesi imzalaması üzerine, Batlık Denizi’ne yöneldi, İsveç’e savaş açtı. Ağır bir mağlubiyete uğradı. Bir defa daha yenildikten sonra üçüncü savaşta, mağlubiyetlerinin intikamını aldı. 1711’de Prut Irmağı kenarında Osmanlı Ordusu karşısında yok olmaktan, Azak Bölgesi’ni geri vererek kurtuldu. 1713’de Osmanlı Devleti ile Edirne Anlaşması’nı imzalayarak yeni tâvizler verdi. Böylece arkasını emniyete alarak yeniden İsveç cephesine döndü. 1721’de Batlık Denizi kıyısında bir miktar toprak sâhibi olabildi. 1724 yılına gelindiğinde bedenî, ruhî ve aklî sağlığı sıfırlanmıştı. Son bir delilik yaptı: Finlandiya Körfezi’nde batan bir gemideki askerleri kurtarmak için denize atladı. Bu, O’nun ölüme atlayışı idi. 53 yaşında öldü.
Petro, yaptıkları dolayısıyla değil, tasarıları-projeleri sebebiyle Ruslar tarafından ‘büyük’ olarak anıldı. O tasarıları, sonraki yıllarda işbaşına gelen çarlar uygulamaya koydular. Kırım Hanlığı’nın târih sahnesinden silinmesi, o projelerin uygulanması sonucunda mümkün olabildi. Kuzeydeki güvenilir desteğini kaybeden Osmanlı Devleti de zaafa uğradı. Irkımızın felâketini hazırlayan birine, ‘büyük’ unvânını lâyık görmek, onu âdetâ saygıyla anmak, bize has bir âlicenaplık olsa bile, abartıdan kaçınmamız gerekir. Üstelik batı, onu hâlâ ‘Deli Petro’ olarak anarken…