Yakın zamanlara kadar insanoğlunun değişmez hedefi, rahat ve bolluk içerisinde yaşamaktı. Bu hedefe ulaşılabilmesi için, kaynaklar hiç bitmeyecekmiş gibi sınırsız bir şekilde kullanıldı. Çevre kirliliği denilen oluşum hiç akla getirilmedi. Bu gün gelinen noktada, kaynakların sonsuz olmadığı, tabiatın da kirlenebileceği ve kirlenme sebebiyle kaynakların verimlerinin azalabileceği ve hatta yok olabileceği anlaşıldı. Çevre kirliliğinin aynı zamanda insan yaşayışını zorlaştırdığı tespit edildi. Olumsuzlukların farkına varılınca yeni standartlar, kavramlar ve ilkeler geliştirilmesi gündeme geldi. Bu yeni düzenlemelerin kamuoyuna tanıtılması ve kirliliğe dikkat çekilip tedbir alınması şuurunun yerleştirilmesi için bütün dünyada ‘Çevre Günü’ ve ‘Çevre Haftası’ gibi günler, haftalar ihdas edildi.
Çevre ile alakalı yasakların maksadı; millî ve milletlerarası sanayilerin, çevreye en az zarar veren şartlar içerisinde gelişmesini sağlamaktır. Sanayi ürünlerinin tasarımı, üretimi, ambalajlanması, nakliyesi ve pazarlaması ile tüketimi… Çevre problemlerine sebebiyet vermeyecek şartlarda olmalıdır. Çevre kirliliğine yol açan hatâlardan dönülmesi, çevrenin temizlenmesi, kendi kendini yenileyebilecek ortamın oluşturulması çok önemlidir. Çünkü kirlilik, kendi kendini çoğaltıyor. Bozulan ekolojik dengenin yeniden kurulması çok büyük yatırımlar gerektiriyor.
Türkiye’mizde ve bizim konumumuzda olan ülkelerde, çevrenin korunması ile ilgili bâzı önlemler, sanayileşmenin önünde bir engel gibi görülmektedir. Türkiye, sanayileşmek mecburiyetindedir. Sanayimizi geliştirmeliyiz. Fakat geliştirirken yaşadığımız çevreye zarar verilmemeli. Bize; gelişmiş bir sanayi ve yarınlara kalacak bozulmamış – kirlenmemiş bir çevre lâzım.
Son iki asırda hızlı sanayileşme, hızlı şehirleşme ve aşırı üretim-tüketim sebebiyle çevre kirliliği problemiyle karşı karşıya gelindi. Bu sebeple insanlık, 21 yüzyıla büyük umutlar yerine büyük endişelerle girdi. Çevre kirliliğini önlemek maksadıyla düzenlenen toplantılarda, sâdece tabiatın değil, insanlığın da geleceğinin tehdit altında olduğuna dikkat çekiliyor.
Çevre sözünden anlaşılması gereken; insanın içerisinde yaşadığı fizikî ve tabiî dünya ile bu dünyada onunla birlikte yaşayan canlı-cansız bütün varlıklardır. Tabiatın, insanlar tarafından hor kullanılmasıyla meydana gelen olumsuzlukların önlenmesi için tedbirler düşünülüyor. 1972 yılında, 113 ülkenin temsilcileri Stockholm’de, ‘Birleşmiş Milletler Dünya Çevre Zirvesi’ adı altında bir araya gelerek konuyu ciddî bir problem olarak ortaya koydular. Ve de, çözümler bulunması için çalışılmasını kararlaştırdılar. Türkiye bu çalışmalara katılmış, 21 Aralık 1991 târihinde, Çevre Bakanlığı kurulmasını kararlaştırmıştır. Esasen çevre bilinci, İslâmiyet’te ve Türklerde doruk noktadadır. Batılı yaşama biçimi sebebiyle çevre, bir süre için göz ardı edilmiştir. Tehlikeyi sezen batılılar, çevreyi koruma çalışmalarını başlatınca, Türkiye de katılmak ihtiyacını hissetmiştir.
Çevre koruma faaliyetleri içerisinde erozyonla mücâdele çalışmaları da yer alır. Erozyon, en önemli çevre problemlerinden biridir. Her yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde 5 milyar, ülkemizde 500 milyon ton toprak, erozyonla yok olmaktadır.
Bir litre kullanılmış motor yağı, 800.000 litre içme suyunu zehirleyebilmektedir. Dünyada bulunan yaklaşık 65.000 kimyevî maddenin % 80’i zehirlidir. Çevre kirliliği sebebiyle denizlerimizde balık türleri ve miktarı azalmakta, bitki örtüsünde binlerce çeşit nebat yok olmaktadır.
Çevre kirliliği, inanç zayıflığı veya yokluğu sebebiyle kirlenen insan iç dünyasının önce dışa, sonra da çevreye yansımasıdır. Kâinat, yaratıldığında temiz idi. İnsanoğlu da günahsızdı. İnsanoğlu önce kendisini, sonra da çevresini kirletti. Ruhen yüce, vicdanen hassas, mânen güçlü olan insan, bedenen de temiz olur. Kendi temizliğini koruyabilmek için çevresini de temiz tutar. Kirlenen çevrelerde, ahlâken temiz insanların yetişmesi mümkün olmaz.
Fransız araştırmacı Jacques Atalli; çevrebilimin, önümüzdeki yüzyıllarda, bir ideoloji, hatta bir inanç sistemine dönüşeceğini iddia ediyor. Bu iddiada şüphesiz gereksiz bir abartma vardır. Buna rağmen insanoğlu, benimsemiş olduğu ideolojilere ve inanç sisteminden uzaklaşmadan da çevre şuuruna sâhip olabilir. Esâsen çevreyi az da olsa sorumlu ve duyarlı bakışlarla inceleyebilenler çevreci olmanın gereğine inanıyorlar. 1400 yıl önce ortaya konan bu gerçeği, batılılar yeni keşfettiler. Türk’ün İslâmiyet’le beslenen kültürüne göre: temizlik imandandır. İnsanoğluna temiz ve güzel bir çevre ihsan edilmiştir. O temizliği ve güzelliği koruyanlar dâima kazanırlar. Korumayanlar ise, sâdece kendilerini değil, bütün insanlığı cezalandırmış olurlar.