Nuri GÜRGÜR

Avukat

Sezgin Baran Korkmaz Olayının Düşündürdükleri

ABD Adalet Bakanlığı Sezgin Baran Korkmaz hakkında yeni dava kapsamında “Türk iş adamı 133 milyon doların üzerinde dolandırıcılık gelirini akladığı iddiasıyla Avusturya’da tutuklandı” başlıklı yazılı bir açıklama yaptı. Utah Bölge Savcılığı’nın 28 Nisan 2021 tarihli iddianamesinin gizliliği 21 Haziran 2021 tarihi itibariyle kalktığından SBK’nın nelerle suçlandığı görülebiliyor. ABD hazinesini 2011’den başlayarak dört yıl zarfında 500 milyon dolara yakın dolandıran Kingston kardeşler ve Ermeni kökenli Levon Termendzhyan (iki yıl kadar önce Lev Aslan Dermen adını alarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu, ülkemize yatırım amacıyla sermaye getirdiği gerekçesiyle tören yapılıp teşekkür edildi) Amerika’da tutuklandılar. Ceza indiriminden yararlanmak için itirafçı oldular; eylemlerini nasıl yaptıklarını ayrıntılarıyla anlattılar. Dolayısıyla Amerikan makamları bu üçlünün SBK ile ilişkilerini, para transferini nasıl yaptıklarını, Türkiye’de kurdukları Mega Yatırım Fonu adlı şirketin SBK Holding ile bütün bağlantılarını biliyor. Bundan dolayı Sezgin Baran Korkmaz’ın geçen cumartesi tutuklanması üzerine, avukatlarının “ABD’de hakkında dava açılmadı” diyerek itiraz etmelerinin, Türkiye’ye iadesini talep etmelerinin dayanağı kalmamış oluyor. ABD’de açılan davada 225 yıl ceza alması isteniyor. 

SBK 4 Aralık’ta Türkiye’den ayrılıp bir süre önce iki otel satın aldığı İsviçre’ye gidiyor. Ne yaptığını adım adım izlediği anlaşılan ABD görevlileri, İsviçre’nin mali sisteminin sermaye kesimini koruduğunu, iade taleplerinin kabul görmeyeceğini bildiklerinden, Reza Zarrab olayında olduğu gibi pusuda bekliyorlar. Korkmaz, geçen hafta bir TV programına katıldığı için bulunduğu yerin tespit edildiğini düşünüp Avusturya’ya geçince, derhal harekete geçip göz altına aldırıyorlar. Ardından iadesini talep ediyorlar. Türkiye’de yetkili kişiler ve makamlar olaydan, Korkmaz’ın avukatlarının Elçiliğimize duyurup ilgilenilmesini istemeleri üzerine haberdar oluyorlar. Ankara’nın kırmızı bültenle arama girişiminden Avusturya makamları haberdar değil; kişinin Türkiye’ye iadesi konusunda gerekli resmî bir müracaatımız henüz olmadığından, iade isteğimiz sözlü olarak yapıldı. Oysa Amerikalılar sadece resmî taleple yetinmediler; Avusturya ile aralarında mevcut olan suçluların iadesi konusunda iş birliği yapılmasına ilişkin anlaşmayı vakit geçirmeden güncellediler. Avusturya mahkemesi konuyu etraflı şekilde inceleyip karar vermek üzere davayı bir hafta erteledi. Fakat Amerikalılar bizden daha avantajlı görünüyorlar. Önümüzdeki duruşmada mahkeme muhtemelen Korkmaz’ın ve Türkiye’nin taleplerini kabul etmeyerek ABD’ne iadesine karar verecek.

Sonrasında nelerin olacağını tahmin etmek zor. Savcılık Zarrab’a yaptıkları gibi ceza indirimi karşılığında itirafçı olmasını isteyebilir. Korkmaz’ın bu durumda yazılı ve sözlü neler anlatacağını bilemeyiz. Amerikalı ortaklarıyla birlikte 133 milyon dolar gibi büyük bir parayı kullanarak Türkiye’deki tezgâhı nasıl hazırladıklarını, kimlerle bağlantı kurduklarını, şimdilik sadece ultra-lüks otelinde ve yatında ağırladığı ortaya çıkan gazetecilerin, siyasetçilerin, hakimlerin, kamu görevlilerinin dışında başka kimlerle ve ne karşılığında yakınlaştıklarını konuşur mu?  Aslında Savcılığın elinde bu ayrıntılara girmeye gerek kalmadan SBK’ı ağır şekilde cezalandıracak yeterli deliller bulunduğundan, Türkiye ile ilgili ayrıntıları araştırmasına ihtiyacı yok. Ancak Amerikan makamları “fırsat bulmuşken sadece Korkmaz’ı cezalandırmakla yetinmeyelim; Türkiye’yi kara para aklama konusunda gerekli hassasiyeti göstermeyen, yasal önlemler almayan, ülkeye giren sermayenin kaynağını araştırmayan bir ülke olarak dünya kamuoyuna teşhir edelim” şeklinde bir yola girmeye kalkışırsa çok tatsız bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz.

Hukukun uygulanması, yargının bu kurallar çerçevesinde işlemesi, kamusal işlemlerin denetlenmesi, şeffaf olması gibi konularda, gelişmiş demokrasiler düzeyinde değiliz. Uluslararası araştırmalar sonucunda yapılan sıralamalarda bu durum açıkça görülüyor. Kara Para Aklanma Endeksi’nde 2015’te 82, 2020 yılında 100’üncü sıradayız. Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 2014’te 59’uncu sıradan 2020’de 107’nci sıraya geriledik. Küresel Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 2014’te 67’nci 2020’de 86’ncı sırada görünüyoruz. Bunları ülkemizin gelişmesini istemeyen dış güçlerin olumsuz propagandası olarak görüp yok sayarak sorunların altından kalkamayız.

Hukuki uygulamalarda, kurumların işleyişinde giderek derinleşen tıkanıklıklar yaşanıyor. Esas mesele yasaların yetersizliği değil bunların uygulanmamasından kaynaklanıyor. Bakan açık açık on milyon lira maaş alan siyasetçi var diyorsa, suç örgütü lideri bunu “çantalar dolusu verdim” diyerek doğruluyorsa savcıların ne yapması gerektiği TCK‘da açıkça belirtiliyor. Veyis Ateş’in SBK ile yaptığı pazarlık ortaya saçıldıktan sonra savcılar harekete geçmek için neyi bekliyorlar? 30 Eylül 2020’de SBK dahil 18 kişinin mal varlığına el konulmasını ve yurt dışına çıkmalarını talep ederek mahkemenin bu yönde kararlar vermesini sağlayan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı nasıl oldu da bir ay sonra tam tersini yapıp bu kararların ivedilikle kaldırılmasını sağladı? Bir ara MASAK raporu denilse de Ekonomi ve Maliye Bakanı böyle bir raporun bulunmadığını açıkça ifade etti. Kasım ayının sonuna doğru tamamlanıp Savcılığa iletilen SBK’ı suçlayan MASAK raporu üzerine Başsavcılık yeniden tutuklanması ve yurt dışına çıkış yasağı kararı aldırdıysa da iş işten geçmiş, zanlı 5 Aralık’ta ülkeyi terk etmişti.

Başsavcılık veya Adalet Bakanı 30 Eylül’de ağır şekilde suçlayarak tutuklama kararı çıkartılan kişilerin, bir ay sonra neye dayanılarak aklandıklarını, aleyhlerindeki kararların kaldırıldığını mutlaka açıklamalı, zihinlerde biriken kuşkuları gidermelidir. Yıpranan sadece bu işlemleri yapan veya yapmayan kişiler olmuyor; Devletimiz yıpratılıyor. Devlete, hukuka ve yargıya güven sarsılırsa, insanlar haklarını hukuk kanıtıyla değil siyasette sözünün geçtiği görünümü veren gazetecilerle, kamu görevlileriyle ve parti yöneticileri aracılığıyla aramaya yönelirlerse yüzlerce yıllık kadim bir medeniyetin ve kültürün temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl ayakta kalır? Siyasi ve şahsi iktidar hesaplarını bir kenara bırakarak Bilge Kağan’ın asırlarca önce milletimize seslendiği gibi bir an önce “Titreyip kendimize gelmek”, toparlanmak zorundayız. Bunu başaramadığımız takdirde deniz salyasının kapladığı güzelim Marmara Denizi gibi bir süre sonra batağa saplanırız; toplum olarak kirlenip boğuluruz.