- Çoban evlerine kadar araba yolu var.
- Elektriğe ulaşabiliyorlar.
- Tüplü ocak ve fırınları var.
- Araba, traktör, motosiklet gibi ulaşım vasıtaları var.
- Traktörle taşıdıkları su tankerleri var.
- Cep telefonları var.
- Radyo TV leri var.
- Veterinere ulaşmaları bir Alo kadar yakın.
- Ürünlerini vasıtaları imkanları ile yakın uzak her pazara ulaştırabiliyorlar.
- Hayvanlarını şarjlı makinalarla traş edebiliyorlar.
- Motorize ve teçhizatlı nalbantlara bir Alo ile ulaşabiliyorlar.
- Artık köy ekmeği ve yufkası bile yapmıyorlar. Zira, fırınlardaki envai çeşit gıdalara, vasıtaları sayesinde en kısa sürede ulaşabiliyorlar.
- Araç yolları olduğu için, adakçılar, televizyoncular, haberciler, yapımcılar, piknikçiler sayesinde birçok misafirleri geliyor ve yalnızlık çekmiyorlar.
- Kayada durukan erkeçleri için itfaiyeden yardım isteyebiliyorlar.
- Çocuklar rahatlıkla okullarına gidebiliyorlar.
Benim çocukluk yıllarımda (1965-75'li yıllar) bu günkü imkanların hiç ama hiç biri yoktu.
- Araba yolu yoktu. Tek ulaşım aracı eşşekti. Bütün yüklerimiz sırtımızda veya eşşek ile taşınırdı.
- Elektrik yoktu. Gaz lambası ve idarelerle aydınlanırdık.
- Tüp yoktu. Çalılardan, kesme köklerinden ateş yakar, hem ısınır hem de sayacağın üzerinde aşımızı, sütümüzü pişirirdik.
- En yakın su pınarı veya kuyusu 3-5 km. uzaktaydı. Eşeğimizin heybelerine iki adet 15 litrelik kulplu bidon koyar, eşşeğalanı pınarından doldurur, çadırımızın köşesindeki 100 litrelik koca küpe doldurarak, meşiraba ile alıp kullanırdık.
- Sürekli çalı çırpı toplamak, koca çapayla kesme ve çalı kökü kazmak zorundaydık.
- İlk defa transistörlü, dört tane kocaman pilli radyoya kavuştuğumuzda dünyalar bizim olmuştu. Sadece çadırda değil, davar güderken de radyomuzu omuzumuzda taşıyarak dinlerdik.
- O zamanlarda veteriner diye hiç bir kelime bile duymamıştık. Her türlü sağlık sorunlarını kendimiz, katran, DDT, soğan, sade yağ gibi ilaçlar!!! Kullanarak çözmeye çalışırdık.
Yüz oğlaktan 50 si erkek olur, bunların 1 veya 2 sini damızlık teke olarak ayırır, kalanların taşaklarını kendimiz çekerdik. (İğdiş ederdik ).
Bacağı kırılan davarın kırığını, yerine getirir, iki tahta parçasıyla sarardık. Ölen ölür kalan sağlar bizimdi. Hiç bir veteriner ilacı hatırlamıyorum.
- Yoğurt, peynir, sade yağ, çökelek gibi ürünlerimizi kasabaya ellerimizle, patika yollardan giderek ulaştırırdık.
- Davarlarımızın kıllarını her yıl kırklık ile ellerimizle kırkardık. Rahmetli anam onları çul dokutur, çadırımıza ve Bucak'taki evimize sererdik.
- Ekmeğimizi merhum anacığım, değirmende üğüttüğümüz tam buğday unundan hamur yoğurarak, beze yapar, senitte oklava ile açar, çalı ateşinin üzerindeki sac üzerinde döndürgeç ile çevirerek pişirirdi. Bir leğen hamurdan 100 den fazla yufka çıkardı. Kuru olarak saklar, üç-beş günlük su çiliyerek, kullanırdık.
- Hiç kimse adaklık falan kestirmeye gelmezdi. Çünkü ulaşım imkanı yoktu.
- Sadece 6 Mayıs Hıdrellezde 5-10 yakın akrabamız pikniğe gelirlerdi. O zaman dünyalar bizim olurdu. Onun haricinde insan yüzüne hasret giderdik.
- Okula kara önlük, beyaz yaka, naylon torbada defter-kurşun kalem-silgi, (kalemtraş yok, okulda olanlardan ödünç kullanırdık) ile 5-6 km. yol yürüyerek giderdik. Dönüş de aynı tabi ki. Çoğu zaman geç kalıp öğretmen ve müdür Ahmet EZGÜ'den (Sümer EZGÜ'nün babası) fırça ve dayak yediğimi tahmin ettiniz sanırım.
O günlerden bu güzel günlerimize sağlıkla ulaştıran, dualarımızı kabul ederek bizlere zihin açıklığı veren, Yüce Rabbimize şükürler ve dualar ediyorum.
Hâlâ hayvancılık ve çiftçilikle uğraşarak, Aziz Milletimize mal ve hizmet üretmeye devam eden nasırlı ellerden hürmetle öpüyorum.
Rab'bim sizlerden razı olsun inşallah.
Selam, sevgi ve dualarımla.
Yüceler Yücesine emanet olalım.