Naci KARA

Avukat

İki Adalet Vardır; Padişahın Adaleti, Allah’ın Adaleti…

Sultan Abdülhamit dönemi, Namık Kemal tutuklanmıştır. Yargılanması “Mahkeme-i İstinaf Ceza Dairesi”nde, tutukluluğundan iki ay beş gün sonra yapılır.
Damat Mahmut Celalettin Paşa mahkeme başkanı Abdüllatif Suphi Paşa’ya Sultan Abdülhamit’in talimatını iletir; "Sultan, şanına uygun bir karar bekler" der. Suphi Paşa; “Efendimiz emin olsunlar  adaleti tatbik edeceğim” diye cevap verir… Damat paşa padişaha; “tamam Sultan’ım mahkum edecek” haberini iletir.
Yargılama safahatı lüzumsuz detaylar içerisinde yürür ve sonuçlanır. Namık Kemal, padişahın emrine rağmen mahkum edilmemiş, beraat kararı ile tahliye edilmiştir.
Tabiidir ki şaşkınlık vesilesi bir durumdur. Genelin olduğu gibi Abdüllatif Suphi Paşanın kızı da şaşırmıştır. Babasına  sorar; “Hünkardan korkmadınız mı baba?”
Suphi Paşa cevabını verir; “iki adalet vardır; padişahın adaleti ve Allah’ın adaleti, ben Damat Paşa’ya Allah’ın adaletini kastettim, Celalettin Paşa bunu padişahın adaleti sanmış…”
Padişah Namık Kemal’in Yüce Divan’a sevki ile uğraşmamış ve Namık Kemal’i; “İstanbul’da  oturması caiz görülmediğinden beş bin kuruşla Midilli Mutasarrıfı” olarak memur etmiştir…”
Bu bir sürgün hali olsa da, bir zarafet hali vardır. Ki mutasarrıflık makamı, kaymakamlık ile valilik arası bir makamdır.
Abdülhamit Han, muhaliflerinin canına kast edecek her türlü imkana sahipken, onları kitlelere ulaşamayacak hale getirip, hayatlarını devam imkanı vermekte, idarenin bir parçası olarak da makam sahibi yapmak suretiyle kazanmaktadır.
Mahkeme başkanının adaleti, padişahın da zarafeti dikkate değer bir husus değil mi?
"Adalet devletin dinidir" diyor Hz. Ali...