Atatürk diyor ki: ‘İşimiz, ordumuzun zaferiyle bitmiş değildir. Bir milletin irfan ordusu yoksa savaş meydanlarında kazanılmış zaferler kalıcı olamaz. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun gayretleri boşa gider. Bir ülke için, bir millet için en önemli konu, eğitimdir.’
Eğitim mutlaka ana dille yapılmalıdır. Bizim ana dilimiz Türkçedir. Başka dillerle eğitim yapıldığında millî kimliğimiz zayıflar. Millî kimliğin zayıflaması sonunda başka milletlerin, maddî ve mânevî baskılarına direnme gücü azalır. Sonunda, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü değiştirir, başka bir milletin kültürünü benimsemiş oluruz ve o milletin yönetimine gireriz.
Bunun en çarpıcı örneği Bulgar Türkleridir.
Bilindiği gibi Bulgar Türkleri, kadim ata yurdumuz, batılıların ‘Orta Asya’ dedikleri Türkistan’da İslâmiyet’i ilk kabul eden Türklerdir. Diğer Türk kavimlerinden Karlukların baskısı ile Hazer Denizi’nin ve Karadeniz’in kuzeyinden batıya göç ettiler. Bir kısmı günümüzdeki Tataristan’ın başşehri Kazan’a yerleşti. Onlar, daha sonra Kazan Hanlığı’nın ahalisi oldular. Dillerini ve dinlerini korudular, Türk olarak hayatiyetlerini devam ettiriyorlar.
Bulgar Türklerinin bir bölümü Kazan’dan sonra yollarına devam etti ve günümüzdeki Bulgaristan topraklarına geldi. Burada yaşayan Slavlar arasında azınlık olarak yaşamaya başladılar. Bir müddet sonra, önce dillerini, sonra dinlerini, en sonunda da kültürlerini bırakıp Slav kültürünü benimsediler ve Türklüklerini tamamen unuttular.
Macar milletinin aslını teşkil eden Hun Türkleri de aynı gelişmeler sonucunda Türk kimliğini kaybettiler. Onlar, büyük Türk komutan ve devlet adamı Atilla’nın önderliğinde Ak Hunlar olarak Türkistan’ı terk etmişlerdi.
Sosyologlar, milletleşme sürecinin asırlar boyu devam ettiğini hatta hiçbir zaman ‘Tamamlandı, milletleşme kemâle erdi.’ Denilemeyeceğini belirtiyorlar. Aynı zamanda müthiş bir tehlikeyi de işâret ediyorlar. Milletlerde çözülme, çok kısa süreli bir vakıadır. Asırlarca devam eden süreç sonunda ulaşılan millî kimlik, millet olgusu ve millî birlik kısa sürede dağılıyor. Dağılma, dilde başlıyor.
İnsan topluluklarını ‘millet’ yapan en önemli unsur dildir. Dil birliği yoksa insan toplulukları millet hâline gelemez. Bunun tersi düşünüldüğünde dil birliğini kaybeden milletler de millet olma vasfını kaybeder. Kaideyi bozmayan istisnalar elbette vardır.
Türk olmanın en belirgin göstergesi Türkçe konuşmaktır. Bize artık yalnızca Türkçe konuşmak yetmez. Türkçeyi doğru ve güzel konuşmak, yıkıcı yabancı etkilerden korumak gerekir.
Biz Türklerin milletleşmesi, yazılı değil sözlü kültür değerlerimizin desteğinde sağlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan okuma-yazma seferberliği ile daha güçlü ve kalıcı olan yazılı kültüre ağırlık verildi. Dil üzerinde önemli çalışmalar, araştırmalar yapıldı. Bir ara, yanlış bir yola sapıldı ise de çabuk dönüldü. Dönüş yapamayanlar o yanlış yolda bir müddet daha ilerlediler. Onlar da girdikleri yolun çıkmaz sokak olduğunu gecikmeli olarak anladılar. Kimisi öldü, kimisi Türkçeyi bozmakta ısrarlı olmaktan vazgeçti.
Bu gün Türkçemiz, daha farklı tehlikelerle karşı karşıyadır:
Birincisi: yabancı dille eğitim. İkincisi. Yabancı kelime istilası. Üçüncüsü: Bilgisayar aracılığıyla oluşan hız ortamında kelimelerin kâh kısaltılarak kâh eciş-büçüş şekillere sokularak soysuzlaştırılmasıdır.
Vatan için canını fedâ etmekten çekinmeyen vatanseverlerimiz var. Milletini seven, bağımsız ve kalkınmış olarak ebed-müddet yaşaması için çalışanlarımız var. Bayrağa saygıyı Türklüğün gereği olarak kabul edenler var. Türkçemize, ses bayrağımıza saygılı olanlar neden olmasın? Şüphesiz onlar da bol miktarda var. Fakat hassasiyet sâhipleri yeterli sayıda değil. Türkçeyi bilmek yetmiyor. Uygulamada titizlik ve hassasiyet gerekiyor. ‘Herkes kullanıyor’ gerekçesinin ardına sığınarak, bir kelimeyi yanlış kullananlar veya Türkçe karşılığı bulunduğu halde İngilizcesini kullananların sayısı korkutucu ölçüde fazla. Nasıl olduysa Türkçe konusundaki hassasiyetimiz törpülendi, aşındırıldı. İşin kötüsü, bir kısmımız, Farkında olmaksızın, Türkçemizi kasıtlı olarak aşındıranlar gibi hareket ediyoruz.
‘Neden böyle’ diye sorulduğunda; Dilimizle ilgili meseleleri önemsemediğimiz, küçümsediğimiz, küçük mesele olarak gördüğümüz, enerjimizi-gücümüzü büyük meselelerin çözümünde kullanmak istediğimiz ileri sürülüyor.
Küçük meseleleri halledemeyenler, büyük meseleleri hiç halledemezler.
Her şey dilde başlar, dilde biter.
Yabancı kelimelerle oluşan markaları taşıyan gıda maddeleriyle beslenen, yabancı marka elbise giyen, yabancı isimler taşıyan sitelerde oturan, yabancı isimli alışveriş merkezlerinde zaman öldüren insanlar, kendi kültürlerine yabancılaşırlar. Doğru ve güzel Türkçe ile konuşmak onlar için artık külfet hâline gelir.
Dikkat edenler görüyorlar. Çarpıcı çelişkiler yaşıyoruz. Devlet tarafından inşa edilen hava alanlarına, sefere konulan uçaklara ve deniz otobüslerine, köprülere isim verilirken, vatana ve millete hizmet etmiş, kalplerde taht kurmuş saygın kişilerin isimleri veriliyor. İyi yapılıyor. Fakat aynı yöneticiler, yabancı kelimelerin isim ve marka olarak kullanılmasına ilgisiz kalıyorlar, hassasiyet göstermiyorlar.
Devletin, belediyeler aracılığıyla yabancı kelime ve kavramların isim ve marka kullanılmasını önlemeye hakkı vardır. Dilimizi kurtarmaya buradan başlamamız gerekiyor.
Dil ile ilgili meselelerimiz ‘küçük’ değil, büyük meseledir ve âcil çözüm gerektirmektedir.
Bu problem ancak Türk dilinin koruma altına alınmasıyla çözüme kavuşturulabilir.