27-29 Nisan 2021 tarihinde BM öncülüğünde Cenevre’de başlayacak olan 5+1 Garantör ülkeler ve taraflar arası gayrı resmî Kıbrıs konferansı öncesinde; 50’li yıllardan beri adada yaşananlara bakarak kısa bir analizle Kıbrıs gerçeklerini hatırlamak gerekir:
Türkiye’nin Kıbrıs Konusundaki Tutumu:
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 50’li yıllardan, bugüne görev yapan tüm hükümetleri; Türk Milletinden almış olduğu destekle her dönemde Kıbrıs Türk Halkının yanında olmuş, 1974’te Kıbrıs Türklerinin adada neredeyse topyekûn ortadan kaldırılmasına ramak kala garantörlük hakkını kullanarak adaya çıkmış, 15 Kasım 1983’de KKTC’nin kurulmasını takiben ekonomik, sosyal, mali konularında yaşanan her türlü sıkıntıya destek vermiş; adada yaşayan kardeşlerimizin yaşam geleceklerine daima olumlu katkılarda bulunmuştur. Hiç şüphesiz, bundan sonra da bu desteğin artarak devam edeceği gerçeği de unutulmamalıdır.
Kıbrıs konusuyla ilgili unutulmaması gereken çok önemli bir hususu bir kez daha ifade etmem gerekirse; bu stratejik ada, bize atalarımızdan emanettir. Türkiye’de milletimizin iradesini hangi siyasi partimiz temsil ederse, etsin; ülkemizin bölgesel menfaatleri ada üzerindeki kazanılmış tarihi, hukuki haklarımızın yılmadan savunulmasını gerektirmektedir. Bu önemli husus, bugüne değin hep böyle gerçekleşmiş, hiç kuşkusuz bundan sonra da böyle gerçekleşecektir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın Kıbrıs Konusuna Bakışı:
Rum tarafının Kıbrıs konusunda üreteceği hiçbir çözüm, vereceği hiçbir taviz yoktur! Rumlar halen AB’ye üye olmanın, adanın sözde resmi hükümetiymiş gibi tanınmanın avantajını taşımakta, her platformda bu avantajı kullanmaktadırlar.
Aslında Rumlar; adanın yarı buçuğunda ‘’Enosisi’’ gerçekleştirmişler, şimdi aynı şeyi adanın kuzeyinde başarmak istemektedirler!
GKRY uluslararası platformda en önemli gücü, dün olduğu gibi bugün de Yunanistan’dan almaya devam etmektedir.
Rum tarafı hala Kıbrıs anlaşmazlığının 1974’te Türkiye’nin adayı işgal etmesiyle başladığını, adada taraflar arası bir anlaşma olacak ise; bunun ancak Türkiye’nin adada garantörlüğünün olmadığı, Türk askerinin adayı terk ettiği temelinde gerçekleşeceğini öne sürmekte; AB ve BM çatısı altında yer alan devletler de, bu gerçek dışı dayatmaya destek vermektedir!
Rum-Yunan ikilisi bugüne kadar, kendi menfaatleri adına uluslararası arenada yürütmüş oldukları dış politikada daima kazanan taraf olmuştur. Çünkü Avrupa’nın bu şımarık çocuklarının arkasındaki güç Hıristiyan âlemidir. Bu gücün varlığı, desteği daima bizim ulusal çıkarlarımızın karşısında olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir.
Rum Ortodoks Kilisesi ve Rum Ulusal Konseyinin Kıbrıs Konusuna Bakışı:
Bugüne değin Kıbrıs konusunda bir çözüm sağlanamadıysa eğer, bunun yegâne nedeni adanın güneyindeki bu iki yapının Rum toplumu üzerindeki güçlü etkisindendir.
Çünkü ne Kilise, ne de Ulusal Konsey Kıbrıs adasının yönetimini hiçbir şekilde Kıbrıs Türkleri ile paylaşmaya yanaşmamakta, Kıbrıs Türk’üne ada yönetiminde azınlık haklarından bir fazlasını dahi kabul etmemektedir.
Kıbrıs Türk Halkının Adadaki Yaşam Hakkına Güncel Bakışı:
Kıbrıs Türk Halkı; 1974’ten beri kazanmış olduğu egemenliğini görmezden gelenlere, yıllardır adada ‘’Türk Halkı’’ kimliğiyle yaşayan insanlarımızı, ‘’Kıbrıslı’’ kimliği içerisinde eritmek isteyenlere, Kıbrıs’ta barışın teminatı olmaya devam eden Kahraman Türk Askerini ‘adadaki yabancı güçler’ statüsünde görerek adadan gitmesini isteyenlere, ‘Türkiye benim vatanım değildir’ diyebilen zihniyetin temsilcilerinin bu taleplerine ezici bir çoğunlukla karşı çıkmıştır.
Önümüzde ki dönemde de Kıbrıs Türk’ü; kendisini temsil eden siyasilerden; adada ki, kazanılmış tüm haklarını koruyan, anayasal, hukuksal, tarihsel haklılığımızı ortadan kaldırabilecek her türlü çözüm tuzağından uzak duran bir siyasi başarıya imza atmalarını beklemektedir.
Bu başarının gerçekleşebilmesi için Kıbrıs Türk Halkının tüm gücüyle liderlerini desteklemesi, KKTC’nin yaşatılması yönünde irade beyanında bulunması, bu uğurda mücadele eden tüm sivil toplum kuruluşlarının her vesileyle bunu dile getirmesi çok önemlidir. Bu kritik süreçte KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında Sn. Ersin Tatar’ın bulunması büyük bir şanstır. Çünkü Sn. Tatar çözüm olsun da nasıl olursa olsun demeyecek kadar milliyetçi, Rum’un her istediğine boyun eğmeyecek kadar tecrübeli ve donanımlı olup, Türkiye’deki yönetim ile çok uyumlu çalışmaktadır.
BM’nin Kıbrıs konusuna bakışı:
BM adanın yasal hükümeti olarak hala GKRY’ni tanımakta, Kıbrıs müzakerelerini bu bakış açısıyla ele almaktadır. BM, 1959 Londra ve Zürih anlaşmaları adeta yok sayılmakta, 1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasal iki kurucu ortağından birisi olan Kıbrıs Türklerinin yasal haklarını, tarihsel özgeçmişini göz ardı ederek,, Türkiye’nin 1974 yılında adayı işgal ettiği yalanını ön plana çıkarmaya devam etmektedir.
AB, Türkiye İlişkilerinde Kıbrıs Konusu:
Türkiye’nin AB ile başlayan müzakerelerin ardında uzun yıllar kalmıştır! Geride kalan bu süreçte, 13 başlık açılmış, açılan bu başlıkların içerisinde sadece 1 tanesi kapatılabilmiştir!
AB ile yapılan müzakereler sürecinde Türkiye, hiç de hak etmediği uygulamalar ve dayatmalar ile karşı karşıya kalmasına rağmen görüşme sürecini yürütmeye devam etmektedir. Bu uzun süreçte yapılan müzakerelerde, hiç de hak etmediği uygulamaların, dayatmaların başında Kıbrıs konusu gelmektedir!
Her müzakere başlığının görüşülmesi öncesinde; Kıbrıs konusunu hallet baskısının ülkemizin önüne konulması; bu süreci yönetenlerin tarih boyunca bize oynadıkları oyunların bezerlerinden hiç de farklı değildir!
AB’nin her müzakere öncesinde olmaması gereken Kıbrıs konusunda bu sürece dâhil edilmesiyle yaşananlar herkesçe malumdur. Annan Planı aldatmacası ile GKRY’nin AB’ye üye yapılması bunun en çarpıcı kanıtıdır.
AB’ye giden yolda Türkiye’nin ‘Kıbrıs Milli Davamızdan’, Kıbrıs Türk Halkının adadaki tüm kazanımlarından vazgeçilmiş gibi bir duruma sürüklenmesi, Kıbrıs’ın elimizden çeke, çeke alınabilmesi dayatmasından başka bir şey değildir!
27-29 Nisan arasında Cenevre’de yapılacak görüşmelerden hiçbir şekilde Kıbrıs Türklerinin lehine ve Türkiye’nin adadaki yasal haklarını koruyacak bir sonuç çıkmayacaktır.
Taraflar arası diyalog, müzakereler tabii ki her zaman önemlidir. Ancak taraflar konuya olumlu ve çözüme odaklı yaklaşırsa sonuç alınır. Ancak Rumların, BM’nin, AB, İngiltere ve Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki 1968 yılından beri takındıkları tutum göz önüne alındığında bu görüşmelerden de bir sonuç çıkmayacağı açıktır.
Ama bu görüşmelerin Türkiye açısından önemi ve kazanımı büyük olacaktır. Çünkü bundan böyle adanın kuzeyinde 38 yıldan beri yaşayan, kendi ayakları üzerinde dimdik duran KKTC’yi uluslararası arenada tanıtmasının önünün açılmış olacaktır. Hiç şüphesiz bundan sonra Kıbrıs konusunun çözümü için ne Türkiye, ne de KKTC bir 63 yıl daha beklemeyecektir.