Günümüzdeki nüfusu 50.000’den biraz fazla olan Özgen (Özkent) Karahanlı Cihan Devleti’ne bağlı Batı Kağanlığının başşehri iken 300.000 nüfusu vardı ve o dönemin ilim-irfan merkezi idi. O asırda Londra ve Paris’in nüfusları 20-30.000 civarında imiş. On birinci asırda Özgen, kanalizasyon teşkilatına sâhip modern bir şehirdi. Özgen müzesinde bu kanalizasyon şebekesinin bakiyelerini görmek mümkündür. Müzede, topraktan yapılmış ve tuğla gibi pişirilmiş borular sergileniyor.
Avrupa'da mesela Paris'te 17. hatta 18. asırda bile kanalizasyon olmadığını düşünürsek, Özgen şehrinin durumu daha iyi anlaşılır. Ne hazindir ki Özgen'de bu gün kanalizasyon teşkilatı yok.
Özgen’in asıl değeri, Büyük Türk-İslâm âlimi Serahsî’nin en mühim eseri olan ‘el-Mebsut’u bu şehirde kuyu hapsinde iken yazmış olmasından kaynaklanmaktadır. 1009-1090 yılları arasında yaşayan Serahsî, devrin Karahanlı hükümdârını rahatsız eden fetvâ verince, o dönemin usulüne göre kuyu hapsi cezâsına çarptırılmıştır. Kuyu hapishânesi; yerin 8-10 metre altında 5-6 metrekare genişliğinde bir odadan ibârettir. Yeryüzü ile irtibatı, bir metre çapındaki kuyudan ibârettir.
Serahsi özel izinle, kuyunun dibindeki odasından, yukarıdaki öğrencilerine seslenerek hâlâ büyük bir değer ifâde eden ilmî eserlerini yazdırmıştır.
Özgen, mukaddes bir şehirdir. Nice âlimler, nice evliyâlar bu şehirde yaşamış.
‘Şems’ül e-imma / İmamların Güneşi’ olarak anılan Serahsî’yi dünyaya tanıtan, Hint Müslümanlarından Prof. Muhammed Hamidullah oldu.
Serahsî’nin el-Mebsut isimli eserini, Prof. Dr. Cevat Akşit’in başkanlığında 17 profesörden meydana gelen bir heyet Türkçeye çevirdi. Dinini öğrenmek isteyen bütün Müslümanların, ilâhiyat öğrencilerinin ve hocalarının en sık başvurdukları kaynak eserdir.
Serahsî’nin mezarı olduğu belirlenen yere, bir hayırsever tarafından güzelce bir türbe yaptırılmıştır.
Özgen o dönemde, ilim merkezi olduğu gibi, kervan yolu üzerinde ticâret merkezi olarak da hareketli bir şehir imiş.
Şehirdeki kalıntılardan anlaşıldığına göre, kralların bile fıçılarda yıkandığı o günlerde, Özgen'de sıradan her vatandaşın bile rahatça kullanabildiği bir sürü hamam bulunuyordu. Bugün burada o günleri hatırlatan çok az kalıntılar kalmış. İhtilaller, istilalar, depremler, yangınlar ve Türk-İslam eserlerine musallat olan Vandalist düşünceler, geçen on asır içinde her şeyi alıp götürmüş.
Özgen’in şehir merkezinde Belediye binasının karşısında eski devirlerden bugüne intikal eden bir minare ile Karahanlı Hakanlarının türbeleri bulunuyor. Minârenin yarısı zaman içinde yıkılmış, kaybolmuş. Sonradan mevcut durum, yâni yarım minâre tamamlanmadan onarılarak korumaya alınmış.
Binalardaki tuğla işçiliği dikkat çekiyor. Hepsi aynı ölçüdeki tuğlalar; düz, yan, dik ve yarım olarak kullanılmak suretiyle desenler meydana getiriliyor. Binaların cepheleri, son derece sınırlı imkânlarla göz alıcı şekillerle süsleniyor. Tuğla ile meydana getirilen desenlerin arasına Âyet-i Kerimeler sanatkârane bir şekilde yine tuğlalarla yazılıyor.
1964 yılında Ruslar, Özgen şehrinde çok sayıda kazı yapıyorlar ve buldukları kemikleri, târihî kalıntıları torbalara doldurup götürüyorlar.
Özgen şehri sâkinlerinin % 90’ı Özbek asıllı. Kırgızlar daha ziyâde köylerde yaşıyorlar. Özbekler ticaret, Kırgızlar çiftçilikle geçim sağlıyorlar.
Kaynak: Özer Ravanoğlu. Tanrıdağları’nın Gözyaşları: Ötüken Neşriyat, İstanbul-Aralık 2016, s: 298-304