İnsan olarak iki otoriteye karşı sorumluluğumuz vardır. Yani iki otoriteye karşı hesap vermek durumundayız. Bunlardan biri, kendi vicdanımız, diğeri dış otoritelerdir. Dış otorite, aile, toplum ve resmi kuruluşlardır.
Kişi kendi sınırları ve etki alanı içinde olan şeylerden dolayı sorumluluk alması doğuştan gelmez. Öğrenmeyle oluşur. Kişinin içinde yetiştiği aile, çevre, okul, toplum ve kültür bir öğrenme ortamı oluşturur. Bu ortamlardan sorumluluk bilincini öğrenir.
Sorumluluğun zor olanı kendi vicdanımıza vermek zorunda olduğumuz hesaplardır. Vicdan içselleştirilmiş değerlerdir. Aynaya baktığımız zaman, aynada bize bakan gözler vicdanın ta kendisidir. Kişinin, kendine hesap veren bir insan olarak yetişmesinin, kendisi, ailesi, mesleği ve toplumu için hayati önemi vardır (Doğan Cüceloğlu İletişim Donanımları, s. 95).
Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu bilincimiz bize söyler. Neyin önemli neyin önemsiz oluğunu bilincimizin gelişmişliği oranında anlayabiliriz. Anlayamadığımız şeylerden sorumlu tutulamayız. Bununla birlikte insan olarak sürekli gelişme çabası içinde olmalı ve etrafımızda olup biteni anlamaya çalışmalıyız.
Neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu da bize vicdanımız söyler. Yeter ki vicdanımızın sesini susturmayalım, onun sesini duyabilecek biçimde dinleyelim.
Ailede ve eğitim ortamında temel değerlerimizi yaşatırsak vicdanımızın sesine kulak vermiş oluruz. Bu değerlerin en önemlileri şunlardır: Araştırma merakı, gerçeğe saygı, hakkaniyet, dürüstlük, sorumluluk, halden anlamak, saygı, sevgi ve işbirliği. Bu değerler, toplumsal sağlığımızın bağışıklık sistemini oluştururlar. Bu değerleri umursamaz duruma geldiğimiz zaman, değerler kanser olmuş demektir. Onları içselleştirdiğimiz ve vicdanımızı geliştirdiğimiz zaman, diyor Cüceloğlu, okullarda kopya çekmek ve toplumda rüşvet önlenmiş olacaktır.
Bu değerleri yüzyıllar içinde geliştirdik. Örnek, ekmeğe basmanın günah olduğunu söylüyorsak bu günahın bir anlamı ve bir sebebi vardır. Bunu araştırmak ve ruhunu anlamak hepimizin görevidir.