Bu yılın ilan edilmesi için emeği geçenlere teşekkür ederiz. Tabii ki, mühim olan husus icraattır. Bu yılın önemine uygun olarak değerlendirilmesini temenni ediyorum.
Malum olduğu üzere, insanların birbirleri ile konuşa konuşa anlaştığı bilinen bir husustur. Fakat, dil sadece karşılıklı meram anlatmaya yarayan bir vasıta değildir. Bir millet demek, aslında bir dil demektir.
Dillerini konuşup yazan kalmadığı için, bu en değerli milli varlığını kaybetmiş olan birçok millet tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Değerli Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da AK PARTİ Gençlik kolları 6. Olağan Kongresinde yapmış olduğu konuşmada “Tarihte dinini, dilini, kültürünü ve değerlerini kaybedip de varlığını devam ettiren hiçbir toplumun olmadığı” tespitinde bulunmuşlardır Bu sebeple, bir topluluğun, millet olarak devamlılığını sürdürebilmesi için dilini muhafaza etmek mecburiyeti bulunmaktadır. Esasen millet olabilmenin ilk şartı fertlerin ortak lisana sahip olmalarıdır. Zira, bir topluluğu millet yapan unsurların başında dil birliği, kültür birliği ve bayrak birliği gelmektedir.
Şayet, düşman olduğunuz bir millet varsa, yapılacak olan en mühim ve en tesirli düşmanlık, o milletin lisanını yozlaştırmak, değersizleştirmek ve unutturmaktır. Peyami Safa’nın ifade ettiği üzere, “Bir milleti yok etmek istiyorsanız, illaki topa, tüfeğe ihtiyaç yoktur; dilini yok ederseniz, o milleti yok etmiş olursunuz.”
Kısaca ifade etmek icap ederse, millet mefhumu tarif edilirken ortaya çıkan muhtelif görüşlerin hepsinde, dil birliği ilk temel unsur olarak daima başta gelmektedir. Dilin çökmesi milletin dağılması, kaybolması demektir. Milleti tek vücut olarak ayakta tutan iskelet lisandır. Bu itibarla, bir milletin var olabilmesi için dilde birlik ve devamlılık olmazsa olmaz bir şarttır. Dil aynı zamanda bir milletin tarihin içinde bulunan en eski zamanlardan itibaren, bu güne kadar yaşadığı bütün hadiseleri üzerinde taşıyan bir hafıza kartı gibidir.
Konfüçyüs’e sormuşlar, bir ülkeyi idare etmek için çağrılsaydınız ilk iş olarak ne yapardınız? Konfüçyüs şöyle cevap vermiş.
“Önce dili düzeltirdim. Çünkü dil düzgün olmazsa düşünceler iyi anlatılamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler iyi yapılamaz. Gereken yapılamazsa ahlak ve kültür bozulur, ahlak ve kültür bozulursa, adalet yolunu şaşırır, adalet yanlış yola saparsa, halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer. Ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bu sebeple, sözü doğru söylemelidir. Hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”
Bu cümleden olarak, maalesef bir dönem lisanımızda çok aşırı bir şekilde tasfiye hareketi başlatılmıştır. Sadeleştirme gayesiyle çıkılan yolda Türkçemiz, tarihin en büyük kelime katliamına maruz bırakılmıştır. Bunun neticesi olarak da dil cellatlarının elinde Güzel Türkçemiz, bir çıkmaza saplanmıştır. Türkçe de yapılan bu tahribat, başka hiçbir milletin dilinde yapılmamıştır. Kelimeler üzerinde yapılan tasfiyenin öncülüğünü de başta okullar olmak üzere, basın yayın organları ile TV’ler yapmıştır. Öyle ki, yediden yetmişe herkes tarafından kolayca anlaşılan birçok Türkçeleşmiş güzelim kelimeler, “Arapça veya Farsçadan gelmiştir” denilerek atılmak suretiyle, bunların yerine ne olduğu belirsiz, dil bilgisi kaidelerine uygun olmayan kelimeler getirilmiştir.
Üzülerek ifade edeyim ki, lisanımızdaki tasfiye hareketleri az da olsa bugün de devam etmektedir. Şu kadarını söyleyeyim ki, sebep, şart Hayat, kelimeleri nasıl büyük ölçüde tasfiye edilip unutturulmaya çalışılmakta ise, bugün nerede ise “cevap ”kelimesi dahi, lisanımızdan tamamen atılmak üzeredir. Memleketimiz de bulunan Türk Dil Kurumu‘nun (TDK) varlığı yokluğu belli değildir. Halbuki daha önceki yıllarda bu kurumda uzun yıllar başkanlık yapmış olan Ermeni asıllı Agop Dilaçar zamanında bu kurum hiç bir vakit gündemden düşmemiştir. Bize göre, yanlış da olsa, icraatları ile varlığını devamlı olarak hissettirmiştir. Lisanımızda yapmış olduğu tasfiye hareketlerinden sadece bir tek misal vermek icap ederse, Türkçe de olmayan, Fransızcadan alınma “Onur” kelimesini getirmek suretiyle, 1- Haysiyet, 2- Şeref, 3- İzzetinefis, 4 Gurur, 5- Kibir gibi kelimeleri unutturmaya çalışmıştır.
Bu arada dilimize yerleşmiş olan bazı güzelim kelimeleri de maalesef büyük ölçüde unutturmaya muvaffak olmuşlardır. Mesela bugün sadece, “M” ile başlayan ve hemen aklımıza geliveren, Mücadele, Mübadele, Mütareke, Muhtemel, Mülahaza, Muhafaza, Müdafaa, Müspet, Müdana, Malum, Mülayim, Müşteki, Mütedeyyin, Muktedir, Münferit, Müddet, Muhtelif, Mahdut, Muhakkak, Mutabakat, Mübayenet, Mubah, Muaf, Malum, Mühim, Münasip, Müsrif, Müfrit, Men, Mülga, Müstenit, Müdahil, Mücahit, Muzdarip, Mağdur, Muttaki, Muarız, Muzır, Maraza, Mazi, Murakabe gibi kelimeleri kullanana pek rastlanmamaktadır. Yine acı bir gerçektir ki, bugünkü yeni nesil “Tebessümün” dahi ne manaya geldiğini bilmemektedir. Sadece bu misalden de anlaşılacağı üzere, birçok kelime, unutturulmak suretiyle, lisanımız aşırı derece kısırlaştırılmıştır. Bu sebeple günlük konuşmalarımız da kullanmış olduğumuz kelimelerin çeşidi ve sayısı son derece azalmış bulunmaktadır.
Hülasa edecek olursak, Türkçe hem bizim mazi ile bağımızı hem de Türkiye hudutları haricinde yaşayan Türk kardeşlerimiz ile irtibatımızı sağlayan bir kültür zinciridir.
Bu itibarla, Güzel Türkçemizin bozulup yozlaşmaması bakımından her ferdin ve her kurumun, kendi üzerine düşen vazifeyi yerine getirmek hususunda, azami gayret ve itinayı göstermesinde mutlak bir zaruret bulunmaktadır.
*****
TÜRKÇE DÜNYADA EN ÇOK ÖĞRENİLEN BEŞİNCİ DİL
UNESCO’nun da kapsama alanına almış olduğu bu yılı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Türkçe ve Yunus Emre Yılı” olarak ilan etmişlerdir. Geçtiğimiz günlerde de bu etkinliğin ilk adımı atılmıştır.
Türkiye, aslında Yunus Emre adını sadece bir yılla sınırlandırmadığını, dünyanın dört bir tarafına onun adını taşıyan Yunus Emre Enstitüleri açmak suretiyle, göstermiş bulunmaktadır. Şimdi daha yoğun bir programla Yunus Emre’nin yüzlerce yıllık selamını dünyaya ulaştırmak için gayret sarf edilmektedir. Diğer taraftan, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Edebiyat Fakültesi tarafından da “Yunus Emre Okumaları” düzenlenmiştir.
Bu gayretin ilk adımının atıldığı toplantıda konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Yunus Emre’nin “İnsan Hazinesi” özelliğine dikkat çekerek, şöyle dedi: “Türkiye’nin kamu diplomasisi ve kültürel diplomasisi alanlarında en önemli temsilcilerinden biri olarak onun başardığını başarmak bizim de hedefimiz olmalıdır.”
Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Şeref Ateş de Yunus Emre adıyla çıktıkları yolculuğun ne kadar etkili olduğunu şöyle ifade etti:“Yunus Emre Enstitüsü 10 yılda Türkiye ile bağ kuran, argümanlarını anlayan, Türkiye’ye sempatiyle yaklaşan bir kitle oluşturma açısından ciddi katkılarda bulunmuştur. Öyle ki, son bir yılda beş kıtada 60 bin kişiye Türkçe öğretmiş, özellikle salgın döneminde, Türkçe en çok öğrenilen beşinci yabancı dil olmuştur.”