Kutlu Dava: Adalet
Mülk durmaz eğer, olmazsa ricâl,
Lâzım ammâ ki ricâle emval.
Mâl tahsîli raiyetten olur
Bağ ü bostan zirâatten olur.
Olmasa adl reâyâ durmaz
Adlsiz çetr ikamet kurmaz
Adldir asl-ı nizâm-ı âlem
Adlsiz saltanat olmaz muhkem.
Mülkde zelzele gaflettendir.
Terk-i ahkâm-ı şeriattendir.
Bâğıbân etmiyecek çeşmini bâz
Bâğına herkes eder desti dırâz.
(Defterdar S. M. Paşa, 1990: 28)
Adalet bütün Türk devletlerinin yönetim felsefelerinin merkezinde yer alan bir ilke olmuştur. Gerek İslâm öncesi gerekse İslâm sonrası kurulan devletlerde, sadece devletin değil dünyanın adalet üzere döndüğü düşüncesi hâkim olmuştur. Osmanlı Devleti, adalet ilkesini gerçekleştirmeyi kendisine temel vazife olarak görmüştür. Öyle ki bunu şu ifadelerle düstura dönüştürmüştür:
“Sultanlık ancak devlet adamlarıyle, devlet adamları ancak mal ile, mal bayındırlıkla, bayındırlık da ancak adalet ve iyi yönetme ile olur. Yani devlet düzeni rical iledir ve askerin ayakta durması hazine parasiyledir ve hazine toplamak ülkenin bayındırlığı iledir ve ülkenin bayındırlığı da adalet, iyilik ve zalimlere karşı koyma siyaseti iledir. Başka türlü olmaz” (Defterdar S. M. Paşa, 1990: 98).
Osman Gazi henüz genç bir yiğit iken, Saltık Baba’nın yanına gelir ve ayağına yüz sürer. Server, onun saadetli başını yerden kaldırır, iki gözünü öper ve onu bir padişah kabul ederek, nasihat eder: “-Ey Oğul! Hak Teâlâ sana ve nesline saadet, devlet ve izzet nasip etmiştir. Asla gazayı elden bırakmayın. Adalet ve doğruluk edin. Fakirlerin bedduasından kaçının. Halkı incitmeyin, Hakk’ın yolundan çıkmayın. Ahlâklı olun. Hazret-i Peygamber’in dediklerinden sapmayın. Doğru yolu gözetin. Bağışlarda bulunun. Garibi hoş tutun. Zulüm ve haksızlık yapmayın. Bir kulağın halkta olsun, halkın durumundan her zaman haberiniz olsun. Gafil olmayın. Sana vasiyetim bu ola ki özellikle kadıları, valileri ve boy beylerini sürekli teftiş edin. Adil olsunlar. Mülk sahibi ol, halk sana tâbi olsun. Rüşvet alana cezasını mutlaka ver. Kâfire itibar etme, hâkim eyleme. İslâm dininde ihtiyaç gibi gösterip onlara güvenme. Meşru olmayan iş yapma” (Saltıknâme, 2013: 338). Bu nasihatler istikametinde hareket eden Osmanlı Sultanlarını ve onların özelliklerini Aşıkpaşaoğlu (Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 1970: 215-216) şöyle anlatır:
“Osman Gazi’nin âdeti bu idi: Her üç günde bir yemek pişirir, yoksulları toplayıp yedirirdi. Çıplakları getirip sırtına elbise giydirirdi. Dul hatunlara dahi daima işi gücü sadaka vermekti.
Orhan Gazi’nin huyu ve âdeti: Bu dahi imâret yaptırdı ki yoksullar gelip her gün imârette yemek yiyeler ve padişaha dua edeler. Ulemâyı toplamak için medrese de yaptırdı. Ziyade sevdiği dervişlere zaviyeler yapıverdi. Nitekim Geyikli Baba üzerinde cami ve zaviye yaptırdı.
Oğlu Gazi Hünkâr’ın huyu ve âdeti: Babası gibi o dahi imaretler, medreseler ve camiler yaptırdı. Ziyade sevdiği dervişlere o dahi zaviyeler yapıverdi. Hangi şehirde olsa cuma günü namazdan sonra yoksullara akça sadaka eder ve paylaştırırdı.
Bayazıd Han’ın huyu ve âdeti: O dahi babası ve dedesinin yaptığı imaretlerden daha ziyade yaptı. Camileri ve mescitleri daha ziyadesiyle yaptırdı. Bir hastahane de yaptırdı. Bu da her cuma, olduğu şehirde sadaka verirdi.
Oğlu Sultan Mehmed Han Gazi’nin huyu ve âdeti o idi ki: Yoksullar için Bursa’da bir büyük imâret yaptırdı. Birlikte bir de büyük medrese yaptırdı. Her yıl Mekke ve Medine yoksullarına çok mal gönderdi. Kendi memleketinden Peygamber’in Medinesi yoksullarına mülkler dahi vakfetmişti. Olduğu şehirde Cuma sadakasını da verirdi.”
Saltık Baba çoğunlukla devlet adamlarına yönelik olarak adil olmaya ilişkin nasihatte bulunur: “-Ya Melik! Bilmiş ol ki dünyada sultanların zevali üç şeydendir. Biri zulümden, biri dinin kurallarına göre hareket etmemekten ve biri haram yemektendir. Mülk elinden gider. Bu üç şeyden sakının. Yok oluşunuz bundandır. Ayrıca mağrur olmayın ve bağışta bulunun…” (Saltıknâme, 2013: 398).
Zulüm ve adaletsizliğe rıza göstermeyen Saltık Baba, makama boyun eğmeksizin davranır ve suskun kalmaz. Mesela Sultan Alaeddin, padişah olunca veziri Affan’ın sözüne uyup Müslümanların mal ve eşyalarını zorla almaya başlayınca Server sultanın huzuruna çıkar ve niçin zulüm ettiğini sorar ve Tanrı’dan korkması gerektiğini söyler (Saltıknâme, 2013: 295).
Nasihatle düzelmenin mümkün olmadığı durumlarda ise zulme karşı doğrudan bir mücadele söz konusudur. Saltık Baba nasihatle ya da şikâyetle yetinmez. Zulmü ortadan kaldırıp, adaleti tesisi etmek için mücadele eder. Bu istikamette merhametsizlere ve zalimlere acımaz. Saltıknamede meselenin önemini belirten ifadeler sık sık zikredilir ve örnekler verilir: “…Oranın bir beyi vardı, zalim bir kâfir idi… O kâfir, azgın bir melun idi. Adalet ve doğruluk, nedir bilmezdi” (Saltıknâme, 2013: 255). Mücadeleyi dahi adalet üzere yürüten bir anlayışla karşılaşırız: “-Ben meydana adalet ile varırım. Eğer fırsat bulursam seni helak ederim” (Saltıknâme, 2013: 233). Nihayetinde zalim üzerinde muzaffer olan Saltık Baba, son bir defa istekleri sıralar. Bu istekler imanla başlar, adaletle nihayet bulur: “-Üç isteğim var. Birincisi, önce iman getirin. İkincisi ya da haraç verip barış yapın. Üçüncüsü; bu diyarda bir zulüm var, onu giderin” (Saltıknâme, 2013: 234). Mücadele saltık Baba’nın şahsında bütün dünyadaki zulümler giderilip, adalet tesis edilinceye kadar devam eder.