Serçe Allah'a küsmüştü. Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu. İçine kapanmış, derin bir hüzne boğulmuştu. Artık Rabbine bir şey demiyordu ve O’nunla konuşmuyordu. Melekler merakla, Allah'a serçeyi soruyorlardı. Her defasında Allah meleklere, ‘gelecek’ diye cevap veriyordu. ‘Çünkü onun sesini duyacak tek varlık benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da benim’ diyordu.
Bir zaman sonra serçe, kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyor, öyle sessizce bekliyordu. Allah serçeye seslendi: ‘Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan nedir senin?’
Serçe mahzun ve biraz da sitemli bir ses tonuyla:
‘Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim, üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman bir dünyada ufacık bir yerdi, kimsenin yerini dar etmiyordu. Sen onu da bana çok gördün, neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.’
Allah; ‘Sen yuvanda uyurken seni avlamak isteyen bir yılan, yuvana doğru geliyordu. Seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim, yuvanı yıksın diye. Böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun. Karşılaşacağın belâdan seni muhabbetimle kurtardım. Sen kuşatıcı muhabbetimi görmüyor, geçici belâlardan dolayı bana darılıyorsun.’
Serçenin gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Onu seven Allah'ın şefkat ve merhametine hayran kaldı.
Utangaç bir sesle: ‘Affet Allah'ım!’ diyebildi sadece.
Ali Polat + Mustafa İlhan: Kur’ân- Kerîm’de İnsan Hakları. Medeniyet Evi yayını. İstanbul 2020, s: 28