Prof. Dr. Hüsniye CANBAY TATAR

Akademisyen

Popüler Kültür Karşısında Dünyaya Türkçe Seslenmek: Türküler

Frankfurt Okulu mensuplarından olan Adorno’nun popüler kültür eleştirilerinden pop müzik de tabiatıyla nasibine düşeni almıştır. Ona göre müzik yaklaşımı açısından pop müzik popüler kültürün ruhuna uygun olarak standartlaştırılmış, böylece genel olandan en özel olanlara genişleme temayülü göstermiştir. Mekanik bir yapıda neşvü nema bulan popüler kültür, standartlaşmayı saklamak maksadıyla farklı maskelerle sahte bireysellikler üzerinden bireyselliğe ve aslında sürece bağlar.

Böylece seçme hakkı olarak sunulan şey aslında dayatmayı perdeleyen ve aynı çizgiye getirme teşebbüs olarak okunabilir. Dinleyici açısından fail olmayı kendi elinde tutarak onu edilgen hale getirmektedir. Mevcut çalışma şekli sıkıcı olduğu için rahatlama isteği, kaçış ihtiyaç ve arzusunu doğurmaktadır. Ancak kültürel yönde bir fiile dönüşme imkânı için enerji; yaratıcı faaliyet için de farklı sahalar bırakmaz. Böylece bireyin seçeneklerden hareketle tercih imkânı, yerini popüler olana rıza gösterme hatta ona sığınma mecburiyetine bırakmaktadır. Popüler müziğin tüketimi tekrar içerir, dünyayı ve hayatı mevcut haliyle aslında tanzim edilmiş şekliyle kabule mecbur bırakır. Aynı zamanda bunlarla kurulmaya çalışılan bağlantı gayretleri de verimsiz kalır hatta bağımlılığa bağlanır. Sosyal açıdan ise bir çimento görevi üstlenerek, pekiştirici bir rol ifa ederek, tüketicilerin günlük hayat düzenine uyumunu temine gayret eder.
Savunanları tarafından tüketici rolü ve ticarileşme açısından bir mahzur görülmeyip aksine faydaları da sıralanmaktadır. Konuyla ilgili yapılan eleştiriler ise ticari bir şekle bürünmesinde bir mahzur olmadığı; yeni ihtiyaçlar yaratıp, onları yönlendirmediği, var olan ihtiyacı karşılayıp dinleyiciyi tatmin ettiği yönünde bir savunmayla karşılanmaktadır. Zira müzik sanayi repertuarı denetleyebilir ancak bunun nasıl kullanacağını ve kullanıcılarının yükleyeceği anlamı denetleyemeyeceği iddiasından hareket edilir. Nitekim ürünler sembolik değerler üzerinden değer kazandığından tüketim, eğlence, kimlik ve anlam üzerindeki etken, yaratıcı ve üretken bir süreçtir. Ne var ki bu iyimserlik Berger’in ‘kamera ve pozitivizm birlikte büyüdü’ sözünün işaret ettiği gerçeği ortadan kaldırmaz. Zira dünyayla ilgili görsel bilgiler, dünyayı kullanma ve dünyadan yararlanma projesiyle yakından bağlantılıdır ve kamera iktidarın denetim vasıtasıdır. Bu durumda yalnızca istenen ve peşinden gidilenleri değil, ihmal ve inkâr edilenlerle bastırılanları da hesaba katmak gerekir. Bunun için Kartezyen anlayışın insanın kültürden kurtulması isteğini hatırlamak ve günümüze yansıyan şekliyle kültürel olana duyulan bu husumetin anlamı nedir? Ve kültürümüzden özgürleşmek ne demektir? Sorularının cevaplanması gerekmektedir. Bu çerçeveden olmak üzere, bütün çağrışımlarıyla kamera sadece günümüz dünyasını değil, geçmişten hareketle de dünyayı şekillendirmenin ve kara dönüştürmenin vasıtası olabilmektedir.
Benjamin tarafından dikkat çekilen tarih öncesini icat eden modernlik fikri Amerikan kültüründe paradoksal bir yankı bulmuştur. Bahsi geçen aksi seda Jurassic Park sendromu şeklinde isimlendirilmektedir. Zira burada en modern bilim teknikleri tarih öncesini kurtarmak için kullanılmaktadır. Füturistik bir tavırla tarih öncesine yöneldiği için de her şeyi kapsayıcı bir görünüm arz etmekte; çağdaş tarihten ve mahallî hatıralardan belki millî kültürlerden kaçınmaktadır. Hollywood tarafından üretilen millî mitlerin ve kültürel unsurların popüler kültüre tahvil edilmesiyle hem nostalji temin edilmekte hem de teskin edici bir rol ifa edilmektedir. Geçmiş, bugün ve geleceğin diyalektiği ve huzursuz edici değerleri yerine soyu tükenmiş ve hafızalardan silinmiş dinozor üzerinden anlam üretip, zaman algısı yaratıp düşman belirlenmekte; aynı zamanda çatışma yolu ve çözüm yolları sunulmaktadır. İlaveten dinozor yok olmuşluğu ifade ettiği için ticari garanti de sağlamakta ve küresel pazar imkânları yaratmaktadır. Avrupa Rönesans ile klasik mirasından istifade imkânını yakalamış; ABD ise tarih kıtlığından olacak ki tarih öncesi dönemlerde Rönesans’ını aramak zorunda kalmış, hiç değilse bunu tercih etmiştir. Bu tavır veya tercih, tarih öncesini sil baştan üretmekle kalmamış; Amerikan mitini de yaratmıştır. Zaten daha önceden başlayan edebiyatın meta olarak piyasada yerini alması, tüketici tecrübesini araştırmak, yani herhangi bir şey üretmeden önce sanat ve edebiyatın etkisini incelemek gerekti. Bu da lügat anlamıyla mit dünyasına girmek demektir. Bu durum oyun kurucuya daha geniş bir hareket alanı sağlayacaktır. Bu çerçeveden ve Türkü açısından meseleye bakacak olursak, sonucu üretilen mitler dünyasına mahkûm olup-olmama isteği belirleyecektir. Şayet soru sorma ve cevaplama hakkıyla, yani yaşanmak istenilen dünyayı tasavvur etme imkânıyla birlikte gerçek Dünyaya dâhil olunursa, millî kültürün yaratıcılığıyla sonuçlanacaktır. Aksi takdirde tasarlanan ve kurulan bir dünyaya mecbur kalınacaktır. Bu tavrı da fertle kültür arasında kurulacak münasebetin tarzı belirleyecektir. Fert içine doğduğu kültürden hem gaye hem de vasıta edinir. Aynı zamanda dünya ve hayat karşısında tutum ve tavırla beraber hüzün, hastalık ve ölümle uzlaşmayı, bunları yorumlamayı ve aynı durumdaki insanları anlamayı ve şefkat göstermeyi öğretir. Buna en güzel ve en meşhur örnek Nasreddin Hoca’nın damdan düşen birini çağırması olmalı. Nihayetinde her kültür mitler, ritüeller, tabular ve ahlaki nizamlar vazeder. Fert millî kültürü bir beslenme kaynağı olarak görmez veya beslenmenin yollarını bulamaz ise kültürün yaratıcılığını beklemek beyhude olacaktır. Aynı zamanda bu durum mecburiyetler sarmalına kapılmakla sonuçlanacaktır.
Her milletin bir dünya tasavvuru bulunmaktadır. Bu tasavvur Tanrı, tabiat, toplum ve insan anlayışı olmak üzere dört sütun üzerinde yükselmektedir. Bu çerçevede, bir milletin dünyaya ve hayata dair yaptığı her mutabakat, müzakere ve müdahale, yani kısaca ihtiyaç anında ileri sürülen her çare ve her soru ve sorun için bulunan çözümler, o milletin kültürünü oluşturur. İşte milletlerin oluşturduğu söz konusu bu çare ve çözümlere diğer milletlerin müracaat etmesiyle de medeniyet denen seviyeye ulaşılmış olunur. Bu duruma yükselebilmenin ilk basamağını soru sorabilme kudreti, onu da herhalde soru sormanın lüzumuna işaret eden vasatı teşkil etmektedir. Bunun yolu da ihtiyacını gerçek hayatla ve gerçek yol ve yordamlarla kurabildiği bağla temin ve tesis edebilmekten geçer. Bunun için de failinin meçhul, eşkâlinin malum kurgulardan; koordinatlarının belli- belirsiz olduğu merkezlerden; beslenme kaynaklarının aşikâr, değilse ifa ettiği işlevlerden hareketle anlaşılıp anlatıldığı sistemin iyi tanınması gerekir.
Bir milletin hayata ve tabiata yaptığı müdahalelerin tarzını, tavrını belirleyen ve nevi şahsına münhasır kılan bir değerler dünyası, bir atıf çerçevesi mevcuttur. Yani hangi ihtiyacın nasıl karşılanacağı, hangi meselenin nasıl çözüleceği söz konusu olduğunda bize yol yordam gösteren değerler dünyası ve atıf çerçevesi… İşte değerler dünyası ile atıf çerçevesi bir araya geldiğinde; kültür yaratıcı, semeresi de millî vasfını kazanır. İkisi birbirinden ayrıldıkça aradaki açıya bağlı olarak kültür matlaşmaya hatta sönmeye; semeresi de cılız hatta cansız kalmaya yüz tutar. Bunu belirleme görevi de, bir anlamda milletinin beyni, dili hatta eli olma rol ve işlevini üstlenen en azından iddiası bu olan aydına düşmektedir. Gelinen noktada kültür kodu kavramıyla karşılaşmaktayız. Her fert evlat, vatandaş, seçmen vs çeşitli rollerle hayatını yaşar ve çeşitli münasebetlerle idame ettirir. Arkadaşlıktan alışverişe kadar her tür ilişki kurumlar marifetiyle yürütülür. Aile, iktisat, ahlâk vs kurumların arkasında işte bu ilişkileri tesis eden birtakım kurallar bulunmaktadır. Kural haline gelmeden öncesi birtakım alışkanlıklarla yürütülür. Alışkanlıkların arkasında ise sadece ilişkilerimizi değil, bunların ne olduğu, niçin ve nasılını da belirleyen bir değerler dünyası bulunmaktadır. Bir şeyin bir şeye göre kıymetini tespit eden değerler dünyası… Gönüller yıkmaya değil, gönüller yapmaya geldik ifadesinde olduğu gibi.
SONUÇ
Popüler kültürün sathiliğinin ve geçiciliğinin aksine geleneksel kültürün köklü oluşu ve sürekliliği, yansımalarını onları temsil eden müzikte de bulmaktadır. Popüler müzik, ticarî endişelerle ve toplumu yönlendirme amacıyla bireyi gölgeye dönüştürürken; türküler ticarî hesapların dışında ve ötesinde kalarak ve toplumu biçimlendirmeyip, bizatihi toplumun sesi, bireyin varlığının da bir ifadesi olmaktadır. Geleneğin tecrübe edilmişliği ve basmakalıp uygulamalar olmaktan öte, değişimle birlikte sürekliliği, yeni sorunlara kendisini yenileyerek cevap verebilme kabiliyetini de içermektedir. Ancak müziğin ticarî pazarında ve rekabetin hileli labirentlerinde, türkülerin saflığı ve masumiyeti, rekabet etmelerini de zorlaştırmaktadır. Zira oyun kurucuların pazarlama teknikleri, pazar için oluşturulmamış ve bir ürün olmaktan ziyade “eser” olan sanatı bireyin varlığının tercihi ile sınırlandırmaktadır. Fert bir fail olarak varlığını sürdürdüğü ve kitleleşmeye direndiği müddetçe hem kendisini ifade etmenin yolu ve aracı, hem de sığınağı türküler olacaktır. Fert türküler sayesinde hem kendisi olacak hem kendisi kalacak hem de kendi dışındaki dayatmalara da meydan okuyabilecektir.
Dünya ve hayatla girdiğimiz müzakere, yaptığımız davranış ve tasdiklerimizin arkasında bir değerler manzumesi bulunmaktadır. Bu değerler manzumesiyle milletler kendi dünyasını kurar. Atıf çerçevemizi oluşturan, aslında oluşturması gereken bu dünya başkalarıyla paylaştığımız, içinde yaşadığımız dünyadan da bizi koparmaz. Bu sayede Dünya’ya Türkçe sorduğumuz soruların kıymetli olması sağlandığı gibi; Arapça veya Almanca sorulan soruların da ihmal ya da inkârı bertaraf edilmiş olur. Bu çerçevede, başkalarının fark ve farklılığını ötelemeden hem kendi dünyamızı kurar ve herkesin olmaktan çıkarırız hem de bu gayret bizi herkesleşmekten kurtarır. Mesela Anadolu denen bu toprağı, Türkiye diye bilinen vatan haline getirir, aziz biliriz. Aynı zamanda kültürel farka, dolayısıyla farklı zaman ve mekân tasavvuruna tahammül gösterilmeden inşa edilmiş bir dünyada, varsa şayet, edilgin yaşama mecburiyeti de ortadan kalkmış olur. Nihayet alet yapabilen, düşünebilen, arzu duyabilen varlık olabilmek için dik durabilen varlık olmak gerektiğini bilmek ve hiçbir metnin virgülle başlayıp, virgülle bitmeyeceğini fark etmek gerekir.
Türkü herhalde Türk’ün dünyayı ve hayatı Türkçe anlayıp, Türkçe tasavvur edip, Türkçe dile getirmesidir. Zira Türk kültürü ve dili bunu yapabilecek kudret ve kabiliyeti haiz olup; defalarca ve her sahada mahirane bir üslup ve tarzda faaliyetlerle ve fail olarak gerçekleştirmiştir. Tasavvur edebilmenin burada iki iması bulunmaktadır: Yaratılan dünyayı anlamlandırmak ve bir zihniyet dünyası çerçevesinde onu inşa etmek.