15 Temmuz 2016 târihindeki menfur darbe teşebbüsünden sonra TBMM’nde kabul edilen Olağanüstü Hal Kanunu kapsamında yer alan Kanun Hükmünde Kararnâme çıkarma yetkisine dayanarak, T.C. Hükümeti, Ağustos 2016’da Türkiye Varlık Fonu A.Ş. (TVF) adı ile bir şirket kurulmasını kararlaştırdı. Şubat 2017’de ise; Ziraat Bankası, BOTAŞ, TPAO, PTT, İstanbul Borsası ile TÜRKSAT'ta Hazine'ye ait hisselerin tamamı, Türk Telekom'un % 6.68 hissesi ile Eti Maden ve Çaykur ile bazı gayrimenkuller TVF'ye devredildi. Ayrıca THY ve Halk Bankası’ndaki Özelleştirme İdâresi Başkanlığı’na ait paylar, özelleştirme kapsamından çıkartılarak TVF'ye verildi. Daha önce de at yarışları ve şans oyunlarına ilişkin lisanslar 49 yıllığına TVF'ye devredilmişti.
Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, TVF'nin sağlayacağı kaynağın savunma sanayi, uzayla ilgili yatırımlar, İstanbul Kanalı gibi büyük projeler, otoyollar ve şehir hastaneleri gibi projelerin finansmanında kullanılacağını açıkladı.
* * *
Avrupa ülkelerinde bulunan ‘fon’ uygulamaları, çok eski târihlerden beri vardı. Türkiye’ye, Turgut Özal döneminde geldi.
Varlık Fonları, büyük sermâye gerektiren yatırımlara kaynak sağlamak maksadıyla kurulur.
Bir ülkede bütçe fazlası var ise, bu fazla; harcamaları artırmak, vergi yükünü düşürmek, borçlarını erken ödemek, bir varlık fonu kurmak ve bütçe fazlasını bu fona aktarmak suretiyle kullanılır.
Türkiye’mizde fon adı altındaki kuruluşlarla alakalı olarak dikkat çeken en önemli husus, fonların Danıştay ve TBMM denetiminin dışında tutulmasıdır.
Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde Anavatan Partisi Milletvekili (Mâli Müşâvir) Türkân Arıkan, fonlarla ilgili sorular sorduğu için partiden ihraç edildi. Mücâdelesine devam eden Arıkan, sorularından hiçbirine cevap alamadı.
Her şey, fon yönetimi için teşkil edilen yönetim kadrosunun, daha doğrusu o kadrosu tâyin eden kişinin yetki ve sorumluluğu altındadır. Tıpkı Başbakanlık bütçesindeki örtülü ödenek gibi… Bu ödenekten yapılan harcamalar denetlenemez ve nereye harcandığı açıklanamaz. Açıklayanlar, devlet sırrını satmış casuslar gibi cezalandırılır.
Mevzuumuza dönersek efendim, fon yönetimlerinde temel hareket noktası, fonda toplanan paraların, risk ve getireceği kazançlar dengesi hesaplanarak kullanılmasındadır. Evet, bu işlemleri; bütçe kısıtlamaları ve TBMM’nin sıkı denetimi altında yürütmek kolay değildir. İktidar partisi TBMM’de ekseriyete sâhip olsa bile karar çıkarmak için zaman kaybedilmesi söz konusudur.
Varlık fonu kurulmasının maksadı; ülke ekonomisini, zamanın veya dış tesirlerin getirdiği menfi şartlardan korumak veya gelecek dönemlerdeki gelirleri artıracak yatırımlar yapmaktır.
Dünyadaki tatbikatta, varlık fonları Merkez Bankası tarafından veya bağımsız kuruluşlar tarafından yönetilmektedir. Merkez Bankası tarafından yönetilmesi en sağlıklı sistemdir. Çünkü banka yönetimi, risk ve kazanç dengesi hususunda tecrübe sâhibidir. Özerk bir yapıya sâhiptir ve siyâsî otoriteden gelecek emirleri dikkate almayabilir. Bu husus, siyâsî otoriteyi rahatsız etse bile toplum için huzur veren bir emniyet sibobudur.
Varlık fonundaki kaynak, bütçe fazlası ile oluşturulmuşsa, fazlaca bir riskle karşılaşılmadan ekonomiyi canlandırmak için kullanılır. Fakat ve esâsen bütçe ve dış ticaret açığı varsa çok büyük risk de vardır. Yapılacak işlemlerin denetim dışında kalmış olması da huzursuzluğu artırır ki, en büyük tehlike de budur. Tecrübeli bir bürokrat olan Mâliye Bakanı Naci Ağbal, ‘Sayıştay denetimini göz ardı etmemek gerekir.’ Diyor.
Sermâye ürkektir. Özel sektör yatırım yapmakta tereddüt ederse, meydana gelecek olumsuzluklar, devlet imkânlarıyla telâfi edilemeyebilir.
Nitekim bu durum, eski tarihlerde ve yakın zamanlarda Türkiye’de yaşandı: Döviz fiyatları alabildiğine yükseldi, Merkez Bankası rezervleri eritme pahasına piyasaya bol miktarda döviz satmasına rağmen, döviz fiyatları, çok az miktarda düşürülebildi. Bir iddiaya göre düşüşün sebebi, Merkez Bankası’nın sattığı dövizler değil, yerli ve yabancı döviz spekülâtörlerinin sattığı dövizlerdir. ‘Spekülâtör’ kelimesinin halk arasındaki karşılığının da ‘vurguncu’ olduğunu belirtmekte fayda var.
Türkiye ekonomisi kırılgan bir yapıya sâhiptir. Küçük dış müdâhalelerden, içerideki menfî söylentilerden kolayca etkilenir. Kırılgan yapı, ekonomimizin sağlam bir zemine oturtulamayışının neticesidir. Kaynaklarımızı iyi kullanamıyoruz. İsraf büyük boyutlardadır. Biz ki, israfın haram kılındığı bir kültürün mensuplarıyız. Her türlü haramdan en titiz şekilde kaçınan insanlarımız, israf konusunda gerekli titizliği, hassasiyeti maalesef gösteremiyorlar.
Yine konumuza dönersek efendim, varlık fonu, Türkiye’nin sonunu getirecek bir büyük felaket değildir. Hiç değilse, felaket tellallığı yapanların dâvet ettikleri felâket kadar büyük değildir. Felaket tellallığı yapanları susturmanın tek bir yolu vardır: Yalnızca Türkiye Varlık Fonu’nu değil, bütün fonları Sayıştay’ın ve TBMM’nin denetimine açık tutmak. Bu durumda işler yavaş yürüyecekmiş… Varsın yavaş yürüsün efendim… Atalarımız ‘Acele işe şeytan karışır’ demişler. Onlar yanlış söylemezler.
Hepsinden önemlisi de Türkiye’nin ekonomisini güçlendirmektir. Bunun dışındaki her hareket ancak ve belki günü kurtaran aspirin tedâvisi mesâbesindedir. Palyatif tedbirler, gelecekte daha büyük problemlere çıkartılan dâvetiyelerdir.