27 Eylül’de Ermenistan topçusunun Azerbaycan topraklarına ateş açmasıyla başlayan savaş, 44 gün sonra Azerbaycan’ın tarihi zaferiyle sonuçlandı. Başbakan Paşinyan’ın yenilgiyi kabul ederek Bakü’nün öne sürdüğü şartları içeren anlaşmayı imzalamasıyla ateşkes dönemi başladı. Çatışmaların başladığı ilk günlerden itibaren Azerbaycan ordusunun bu defa çok hazırlıklı ve kararlı olduğu, özellikle Türkiye’den sağladığı İHA ve SİHA’larla hava hâkimiyetini eline aldığı açıkça görülüyordu. Erivan savaşın seyrinin aleyhine gelişmesi üzerine bir aylık bir süreçte iki defa Moskova’nın bir defa da Washington'un arabuluculuğuyla üç defa ateşkes anlaşması imzaladı; fakat her defasında henüz imzasının mürekkebi kurumadan çatışmaları yeniden başlattı. Çünkü Ermeniler, 28 yıl önce Azerbaycan’a zorlanmadan kazandıkları savaşın etkisiyle her çatışmadan kazançlı çıkacaklarına inanıyorlardı. Şartların değiştiğini, Azerbaycan’ın artık eğitimli, donanımlı bir millî ordusunun bulunduğunun farkında değillerdi. Bu gafletin bedelini savaş alanında ağır şekilde ödediler, bozguna uğradılar.
Paşinyan halkına, anlaşmayı imzalamasının gerekçesini anlatırken bu gerçeği itiraf etti. Komutanlarıyla birlikte etraflı bir durum değerlendirmesi yaptıklarını, çatışmaların birkaç gün daha sürmesi durumunda Azerbaycan ordusunun önce Ağdam’ı ardından başkent olarak tanımladıkları Hankendi’yi alarak yirmi bin civarındaki Ermeni askerini kuşatıp etkisiz hale getireceğinin anlaşıldığını, çaresiz kaldıklarını ifade etti.
İlk günden beri çatışmaların seyrini çok yakından izlemekte olan Rusya da bu gerçeğin farkındaydı. Azerbaycan’ın 28 yıldır işgal altında olan topraklarını kurtarmak için savaştığını, hedeflerine ulaşma konusunda kararlı olduğunu, cepheden her gün gelen başarı haberleriyle morali fevkalade yükselen tüm Azerbaycan halkının, ordusunun ve yönetiminin tek bir yürek halinde nihai zafere inandıklarını görüyordu.
Bakü yönetimi ilk aşamada 7 rayonu (vilayeti) ve tarihi-kültürel başkenti olan Şuşa’yı kayıtsız şartsız kurtarıp, ardından Dağlık Karabağ’a yönelmeyi planlamıştı. İlham Aliyev burası için siyasi uzlaşmaya kapılarının kapalı olmadığını, işgalin ortadan kaldırılmasının ardından uluslararası hukukun Azerbaycan toprağı olarak kabul ettiği bu bölgede, kültürel özerklik dahil çeşitli formülleri görüşebileceklerini birkaç defa açıklamıştı. Kremlin, Azerbaycan’ı ilk aşamaya gelmeden durdurma girişiminin sonuçsuz kalacağını görüyordu; bu yüzden önceki iki girişiminde ısrarcı olmamış, Erivan’ın davranışına tepki göstermeyerek meseleyi kendi seyrine bırakmıştı. Ancak Ermenistan’ın sadece savaşı kaybetmekle kalmayıp siyasi varlığının da büyük yara alacağını, bundan Rusya’nın da zarar göreceğini, Türkmençayı anlaşmasından bu yana “arka bahçem” dediği bölgedeki etkinliğini kaybedeceğini gördü. Kafkasya jeopolitiğinin Türklerin kontrolüne geçmesine yol açabilecek bir gelişmenin önüne geçmek için kararlı bir hamle yapması gerekiyordu. Azerbaycan askerlerinin Şuşa’ya girmesi üzerine bunu yaptı. Ateşkes için Moskova’ya çağırdığı Bakü ve Erivan temsilcileriyle çok kısa sürede tamamlanan üçlü görüşmede 9 maddelik ateşkes anlaşmasında mutabık kalındı ve metin masada yer alan devletlerin yetkilileri tarafından imzalanarak o gece yarısından itibaren yürürlüğe girdi.
Rusya böylelikle konuyla ilgilenen bütün ülkeleri devre dışında bırakarak savaşan tarafları bir araya getirebilen, bir metin üzerinde uzlaştıran ülke görünümüyle gücünü göstermiş oldu. Ateşkesi izlemek ve denetlemek üzere oluşturulan “Barış gücü” ne Türkiye’nin katılımını kesinlikle istemedi. Kremlin’den evvela anlaşma metninde Türkiye’nin adının geçmediği, barış gücünde olmayacağı açıklaması yapıldı. Fakat hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile telefonla yaptığı görüşme üzerine tavırlarında nispi bir değişiklik oldu; Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “Türk askeri çatışma bölgesinde değil Azerbaycan tarafında olacak” ifadesiyle Türkiye’nin pozisyonunu peşinen sınırlandırma amaçlı bir açıklama yaptı. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net biçimde “Rusya gözlem noktasında nasıl yer alıyorsa Türk askeri de aynı şekilde yer alacak“ diyerek Türkiye’yi süreçten dışlayacak bir tavrın kabul edilmeyeceğini ortaya koydu.
Karşılıklı yapılan açıklamaların ardından iki ülkenin millî savunma bakanları görüşerek bu sorunu çözmek üzere ortak çalışma yapılmasında mutabık kaldılar. Heyetler arasında Ankara’da yapılan görüşmelerden sonra MSB’dan yapılan açıklamada “teknik konulardaki” görüşmelerin ileride de yapılmasının kararlaştırıldığı ifade edildi. Bu kısa açıklama görüşmelerde çözüm sağlanamadığı anlamına geliyor ve ilerisi için net bir takvim verilmiyor.
Sözü edilen kontrol merkezi nerede kurulacak, burada güç kimde olacak, koridorlar kim tarafından ve nasıl kontrol edilecek, ortak devriyeye çıkılacak mı? gibi kritik sorular halen cevapsız durumda. Öyle görünüyor ki, bu ciddi sorunda uzlaşma ancak Erdoğan-Putin arasında yapılacak yeni bir “zirve” görüşmesinde “belki” sağlanabilir. Aksi takdirde iki ülke arasında Suriye’nin statüsü ve PKK/YPG terör örgütü meselesi, Libya, Doğu Akdeniz konularında yaşanan gerilime ve rekabete yeni bir sorun daha eklenmiş olur. Belli bazı konulardaki mevcut işbirliği ve siyasi yakınlaşma giderek ağırlaşacak olan bu sorunların üzerlerini daha fazla örtemez ve sonuçta Türkiye-Rusya ilişkileri ister istemez yeni bir mecraya kayar.
Ateşkes anlaşmasıyla Erivan Azerbaycan ordusunun Dağlık Karabağ’ın dışında işgalden kurtardığı yerlerin, Şuşa dahil Azerbaycan’a ait olduğunu resmen kabullenmiş oldu. Ancak Rusya Barış gücü adıyla iki bine yakın askerini çatışma sınırına konuşlandırarak fiili bir durum yaratıyor; Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparacak yeni bir statüye kapı açıyor. Taraflara dilediğini kabul ettirebilmek için Türk askerinin bu bölgede bulunmasını istemiyor. Barış gücünün beş yılla sınırlı olması yahut taraflara belli aralıklarla “çık” diyebilme imkanı tanınması Rusya‘yı durduramaz; askeri gücünü devreye sokarak geçmişte defalarca yaptığı gibi kendi politikasını yürütmeye çalışır.
Anlaşmanın en önemli maddelerinin başında Nahcivan-Azerbaycan arasında Zenguzar üzerinden, Hankendi-Ermenistan arasında Laçin üzerinden birer otoyol yapılması geliyor. Rusya Türklerin çoğunlukta olduğu Zenguzar’ı vaktiyle Ermenistan’a bırakarak çok bilinçli bir şekilde Azerbaycan’ı böldü. Amacı Türkiye’nin hem bu kardeş ülkeyle hem de Türk dünyasıyla güçlü bir ilişki kurmasını engellemekti. Çünkü yöneticiler ve sistemler değişse de Kremlin’in 16’ncı yy.dan beri izlediği yayılmacı, kuşatıcı, sıcak denizlere açılmaya yönelik emperyal politikaları aynı çizgide devam ediyor. Laçin koridoru için yol güzergahı boyunca 5 km olarak belirlenen topraklar Ermenistan’a devredilirken Zenguzar’da bu tarz bir toprak devrine yer verilmiyor, sadece yolun yapılacağından söz ediliyor. Dolayısıyla Laçin koridoru Ermenistan toprağı sayılarak güvence kazanırken, Zenguzar’daki yolun akıbeti belirsiz bırakılıyor. Yol açıldıktan sonra güvenliğini kim sağlayacak, bir süre sonra Ermeni militanlarının yapacakları sabotaj girişimlerini hangi caydırıcı güç önleyecek? Bu tarz meselelerde her ayrıntıyı dikkate alan Kremlin’deki uzmanlar, böylesine bir tehlikeyi görmemiş olabilirler mi?
Azerbaycan’ın zaferi sıradan bir askeri başarı değildir; ciddi bir yanlış yapılıp “şahsileştirilmediği”, siyasi malzeme haline getirilmediği takdirde, Kafkasya’daki siyasal ve ekonomik dengeleri doğrudan etkileyecek, Bakü’yü bölgenin başlıca karar merkezi haline getirecektir. Türk dünyasında yeni bir ruh ve atılımcı heyecan doğmasına yol açacaktır. Türk Keneşi (konseyi) kültürel bir işbirliğinin ötesinde işlev kazanacak, sosyal, ekonomik-ticari ve siyasal ilişkiler çok daha ileri boyutta yeniden inşa edilecektir. Yüzyıllardır durağan seyreden, canlılık kazanamayan Türk dünyasının iç dinamiklerinin harekete geçmesi durumunda tarihin seyri değişecek, Türklerin coğrafyası yeniden bir medeniyet, kültür ve güç merkezi haline gelecektir. Bunu benim neslim muhtemelen göremeyecektir. Ama unutmayalım geçen yüzyılın başından itibaren büyük kısmı esaret altında olan Türk dünyasının bağımsızlığından söz eden Ziya Gökalp ve sonraki milliyetçi nesiller de çokları tarafından ciddiye alınmıyor, hatta 1944’te yapıldığı gibi suçlanıp yargılanıyordu. Onların ebedi aleme göç etmelerinden dolayı şahit olmadıkları gelişmeleri bizler yaşadık; bugün Türkiye Cumhuriyeti bayrağının yanında bağımsız altı Türk Devleti’nin bayrağı daha dalgalanıyor.
Kremlin’dekiler tarihten gelen emperyal plânlarını derinden sarsacak gelişmelerin olabileceğinden korkuyorlar, engellemek için her yolu deneyeceklerdir.