İnsanın doğayla savaşı, insanlık tarihi kadar eskidir. Toplumlar büyüyüp yaygınlaştıkça, teknoloji geliştikçe, insanoğlu doğayı daha çok kontrol altına almak istemiş, bu yönde hesapsız müdahaleler yapmıştır.
Ancak bu hesapsız müdahaleler karşısında, doğanın cevabı giderek daha yıkıcı, daha can alıcı olmuştur. Bu süreç, insanoğlunun doğanın yasalarını, sırlarını öğrenmesine sebep olmuş; doğal olayların nasıl oluştuğu keşfedilmiştir.
Ama ne yazık ki! İnsanoğlunun bu keşiflerine rağmen; doğa ve doğanın tüm zenginliklerine en çok zararı da insanoğlu vermiştir!
Diğer yandan doğa olaylarının insana vermiş olduğu zararlardan da insanoğlu tamamen kurtulmuş değildir!
Çünkü bilim büyük gelişmeler kaydetmiş olmasına rağmen; kapitalizmin etkisindeki dünyada teknik, bilim ve insan gücü, ne yazık ki, doğal olaylarla mücadeleye kanalize edilememiştir.
Tam tersine kapitalizm, doğanın yıkıcı etkilerini daha da arttırıcı bir rol oynamaktadır. Doğayı kirleterek, doğal dengeleri bozarak doğa afetlerine davetiye çıkaran kapitalizm, bu önemli doğa olaylarına önlem alınmasının önündeki en büyük engeldir!
Ülkemize gelince:
Ülkemizin her doğal afet sonrasında yaşadığı can ve mal kaybı; nasıl olup da katliama dönüştüğünün karakteristik örnekleriyle doludur.
Ancak binlerce insanımızı kurban verdiğimiz ‘felaketlere’ baktığımızda da; hemen, hemen hepsi için söylenen şey aynıdır:
‘’ Göz göre, göre!’’, ‘’Biline, biline!’’
Fay hattının üzerine dayanıksız evler yapmış! Dere yatağına, sel yatağına evler inşa etmiş! Grizu ihtimaline rağmen ocağı çalıştırmaya devam etmiş! Fabrikalarda, koca koca rafinerilerde yeterli güvenlik önlemi almamış isek!
O zaman bunların nesi doğal afet, neresi takdiri ilahidir?
Doğanın katledilmesini, doğal afetlerin önlenmesi için yeterli tedbir alınmamasını, yukarıdaki iki kısa cümleciğe sığdırmak mümkün müdür?
Ve ne yazık ki Türkiye, 185 ülke arasında doğal afetler bakımından en yüksek riski taşıyan ülkeler arasında yer almaktadır!
Geçtiğimiz hafta yaşadığımız İzmir depremi de bunu gösteren en çarpıcı gerçektir.
Türkiye, dünyada depremlerin en çok görüldüğü kuşaklardan biri olan Akdeniz, Alp – Himalaya deprem kuşağında bulunmaktadır.
Aynı kuşak üzerinde ABD, Japonya, Çin ve İtalya gibi dünyanın en önde gelen ülkeleri de bulunmaktadır.
Bu ülkelerde konuyla ilgili olarak ciddi çalışmalar yapılır ve önlemler alınırken; 1999 yılında arka, arkaya yaşadığımız iki büyük depreme rağmen, Türkiye’de alınması gereken tedbirler hala çok yetersizdir!
Hatırlayalım; ‘’Kocaeli – Gölcük’’ , ya da 17 Ağustos 1999’ depremini…
Hatırlayalım; o zaman kesitinde, yerel saatle 03.02’de yüreklerimize düşen ateşleri…
Hatırlayalım; on binlerce insanımızı alıp giden, on binlercesini sakat bırakan o doğal afeti… Hatırlayalım; o günlerde yıkılan on binlerce binayı…
Hatırlayalım; ülke ekonomimizde yarattığı milyarlarca dolar kaybı…
Ne çabuk unuttuk değil mi?
Neler yaptık o acılı yıllardan günümüze?
Gerçekten de hazır mıyız bizi bekleyen, gittikçe yaklaşan İstanbul depremine?
Hatırlıyor muyuz? Artık aramızda olmayan deprem dedenin (Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’yı rahmetle anıyorum) bize ezberlettiği:
‘’Deprem öldürmez, bina öldürür. İhmal öldürür.’’ İkazını…
O büyük depremin ardından 21 yıl geçti. Tabii ki, pek çok şey yapıldı deprem adına, pek çok şey değişti!
Ama yeterli mi?
Aşağıdaki konuların altını çizerek, yorumu siz değerli okura bırakmak isterim:
Son dönemde ‘’Kentsel Dönüşüm’’ planı adıyla gerçekleşen yapılaşmalar; ülkemizdeki eski yapıların yenilenmesi aşaması; gerçekten de depreme hazırlık için mi, yoksa kimilerine rant sağlamak için midir?
Hala yenilenmeyi bekleyen pek çok bina stokunun bulunduğu belediyeler bölgesinde her geçen yıl, insanlarımızın aleyhine değil midir?
1999 depreminden hemen sonra yaşanan büyük kargaşayı önlemek, yıkıntıların arasında kalan insanlarımızı kurtarmak, acil yardımın ulaşmasını sağlamak amacıyla ayrılan acil yolların bugününe baktığımızda; neler görüyoruz?
Beklenen İstanbul depremi olduğunda; kentsel dönüşümü bekleyen evler ne olacaktır, o yollar kullanılabilecek midir sizce?
Depremde kullanılacak acil yollar, acil toplanma bölgeleri, 1999 depremi sonrasında hemen, hemen her mahalleye konulan acil kurtarma malzemeleri dolu konteynırlar nerede? Hani arabalarımızın arkasına koyduğumuz deprem çantalarımız duruyor mu bagajlarda?
Unuttuk, unutuldu o günler değil mi?
Ama biliniz ki, deprem geleceği/olacağı günü unutmadı!
Bir gün o depremle karşılaşıldığında; ülkemize en büyük zararı verecek olan bu doğal afet, aynı zamanda karşımıza en acımasız katliam olarak da çıkacaktır!
Hem de göz göre, göre! Biline, biline…