Prof. Dr. Hüsniye CANBAY TATAR

Akademisyen

İnsanlık Göçüyor

İnsanların mekânda yer değiştirmeleri sadece güncel bir hadise değildir. Ancak günümüzdeki hareketliliği geçmişten ayıran farklılıklar da söz konusudur.
Günümüz göçlerini anlama bakımından belki de en etkili nitelendirme “sürgün” olacaktır. Sürgün hayat bulmanın değil ama hayatta kalmanın zorunlu kabulüdür. Daha iyi bir hayat yaşamaya yönelik bir tercih olmaktan ziyade, hayatı idame ettirebilmenin kaçınılmaz çaresidir. Öyle ki her türlü tehlikeyi göze alarak, göç edebilecek durumda olabilmek bile bir derecede şanstır. Zira yerinden bile kıpırdayamayıp, açlıktan ölen milyonlarca insanın varlığı bunu göstermektedir. Diğer taraftan son derece yetersiz hayat şartlarıyla boğuşan bu insanlar, niteliksiz görülüp, düzen için tehdit olarak algılandığından uzak tutulmaya ve sınırlardan içeri sızmaları engellenmeye çalışılmaktadır. Bu durumda onlar için “kaçak” olmaktan başka çıkar yol kalmamaktadır.
Sürgündeki yolculuk sadece hayatta kalıp kalamama bakımından ölümcül bir macera değildir. Aynı zamanda hayatın manasını ve sahip olunan değerleri sürdürebilme ve dolayısıyla da kimliğini yaşatabilme açısından da ölümcüldür. Zira kendisine ait olanla başkasının olan arasında zikzaklar çizen göçmen, ne kendisi kalabilmekte ne de başkası olabilmektedir.
Aslında göçmen meselesinde madalyonun bir yüzünü göçmenler oluşturuyorsa da, diğer yüzünde bizatihi ev sahipleri vardır. Öz vatanlarının yabancıların işgalinde olduğunu düşünen sakinler, taşkınlıklarıyla seslerini yükseltmeye ve şiddet kullanmak suretiyle göçmenleri kendi ülkelerine dönmeye zorlamaktadırlar. Özellikle Almanya’da başta Türkler olmak üzere ötelenmiş zümrelere yönelik şiddet ve baskı gittikçe artmaktadır. Günümüzde kitleler ya da gruplar halinde yapılan göçlerin yerini imkân, kabiliyet ve mecburiyete dayalı bireysel göçler almıştır. Siyasi sınırlar kale surları gibi geçit vermez değillerdir. Bu sebeple göç, yasaklar yoluyla sınırlandırılmakta ama bütünüyle engellenmemektedir. Kaçak ya da izinli göçmenlerin uzaklardaki evlerinden kopup hayat standardı yüksek yerlerde tutunmaya başlamaları, küreselciliğin tozpembe gelişmişlikle takdim ettikleri dünyanın var olmadığını canlı bir şekilde ikaz etmektedir. Kitle iletişimi ve internet gibi araçlar yoluyla sanal âlemde gözlenen ama hep kendisinden uzak tutulan sefalet, safahat içinde yaşayanların evinin kapısına dikilerek yakinen görülür olmuştur. Elleriyle yarattığını düşündüğü dünyaya mağrur bakışlarla nazar eden gelişmiş ülkenin insanları, kapısının zilini çalan sefalet ve onun hatırlattıkları karşısında afallamakta ama öylece kalmamaktadır. Yeni tedbir ve uygulamalarla bu menfi durumu kendi menfaatine hizmet edecek hale getirme çabası sergilemektedir. Bu sürecin politik arenada en dikkate değer boyutunu çokkültürlülük oluştururken, sosyal ilişkilerde yeni ötekileştirmelerle dolu tutum ve davranışlar incelenmeyi ihtiyaç haline getirmektedir. Bir zamanların “evrensel”, şimdinin “küresel” projelerinde farklılıkların törpülenerek tek bir daire etrafında toplanılma dayatması bizatihi ırkçılıktır. Zira farklılıkların farklardan birisi içerisinde eritilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu tehdittir ki, farklı olanları farkçılık çizgisine sürüklemektedir. Batı dünyasında kısa süreli uygulamaların ardından göçmenlere yönelik çok kültürlü politikalar terk edilmiş, onların kendi kültürleri ile varlığı tehdit olarak görülmüş ve göçmenlere yönelik bulundukları yerle alakalı yeni zorunluluklar ve yükümlülükler getirilmiştir. Söz konusu zorunlulukları yerine getirmeyenler sadece yasal karşılık bulmamaktadır. Yeni ötelenmelere maruz kalmakta ve yeni ötekileştirmelere muhatap olmaktadırlar. Deri renginin belirleyiciliğinde kendisini gösteren ötekileştirme, günümüzde genel olarak ‘göçmenler’e yönelik gerçekleşmektedir. Aşağılayıcı tutum ve davranıştan şiddete kadar uzanan toplumsal ilişki siyasi arenanın da malzemesi olmaktadır. Tehdit algılamasına bağlı olarak ortaya çıkan bu ilişkiler iktisadî darboğazların da besleyici etkisiyle gittikçe gerilmektedir. Rekabet durumunda kabiliyetsizliğin üzerini örtmekte, politik başarısızlıkların mazeretini oluşturmaktadır.