‘’Yok, öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak… Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak…’’ (Nazım Hikmet)
Kim demiş yaşamın izleri kaybolur diye?
Bak, o parkta bin yıldır yaşayan bir sedir ağacı var! Gövdesindeki derin yarıklar, kim bilir kaç yüz bin sevdanın izlerini saklar?
Ya şuradaki asırlık çınara bir bak! Dallarıyla sarmalamış parkın gölgesini, öylesine gurur, öylesine yücelik yüklü ki, sevdalıların adını dahi bellemiş; her sallanışında dökülür nice isimler yazılı yapraklar…
Ya şu selviye ne demeli? Kimi dallarıyla ne ayıpları gizlemiş besbelli!
Ya şu küçük kediciğe ne dersin? Sana sokuluşu dahi bir başka değil mi? Mırıltılı sesiyle, sevgi saçan gözleri, beni burada unutma der gibi!
Ya o güzel bakışlı, sadık dostun karabaş! Unutabilir misin seninle geçen yıllarını, yüreğine, beynine kazıdığı o dostça bakışların izlerini?
Ya denizin pırıltılı dalgalarından, bir yaz rüzgârının dokunuşundan, o kar tanelerinin masumiyetinden, sonbaharın hüznünden sana kalanlara ne demeli?
Sadece doğanın, bu doğa canlılarının bile ardında yaşayan izleri var yaşamına ortak…
Ya sen!
Unutabilir misin?
İlk aşkını, onun için sevgiyle çarpan kalbinin her şeye bedel o sesin hecelerini?
Ya ömrünce sana hayat arkadaşlığı yapan sevdiceğinin sendeki izlerini…
Ya da hüznünü ömrünce sakladığın nice hayal kırıkları için ödediğin bedelleri!
Gerçek o dur ki!
Bilgini, ilmini, yüreğini katarsan her ne yaptıysan eğer; o asla unutulmaz…
Bil ki!
Sen yok desen de izin kalır; yaşadığın yıllarda her ne yaptıysan bu gezegende…
Bil ki!
Yaşadıklarınla değil, yaptıklarınla anılacaksın! Ya izin kalacak sonsuza dek, ya da o son nefesten sonra unutulacaksın…
Dön bak!
Dön bir bak; doğup büyüdüğün, yaşadığın ülkenin tarih sayfalarına!
Kimler gelmiş, kimler geçmiş dünya denen bu sahneden?
Kimileri, söz olmuş anılır asırlar boyunca nesilden, nesile…
Kimileri çağ değiştirip, yeni bir çağ açmıştır; orta çağdan, yeniçağa geçişin altında Atilla’nın adı yazılıdır…
Kimileri Fetih olmuş çökmüş üstüne Bizans’ın, son vermiş, küffarın imparatorluğuna; her sabahında anılır adı İstanbul’da, tarihte izi kalmış Fatih denen atamın.
Kimileri şiirlerde, kimileri kitaplarda, kimileri resimde, heykelde, operada, balede, sanatın her dalına adını yazmış, unutulmazlar arasına katılmış.
Kimileri mısralara dokunmuş gönüldaşlar, ozanlar olmuş; Yunus, Hacı Bayram Veli, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Âşık Veyseller gibi isimleri gönüllerimize yazılmış.
Kimileri her mısrasıyla yaşıyor şiirlerimizde; unutulmazlar arasındalar şimdi…
Tıpkı Mehmet Akif, Arif Nihat Asya, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Attila İlhan, Can Yücel ve diğer ustalar gibi…
Ya onca iş adamıyla var olan, giderek gelişen ülkeme, katkı koyanlar. ‘Koç’ gibi dimdik durup, ülkemi sırtlayanlar. Onlar, arkalarında bıraktıkları güzel eserleriyle anılır.
Kimilerinin ardında ise; halkına yaşattığı tüm acımasızlıklar kalır. Böyleleri ise ancak tarihin çöplüğünde hatırlanır!
Ama öyle birisi vardır ki:
Yüzyıllar boyunca bir kez gelmiştir dünyaya, hep öyle kalacaktır.
O, sadece Türk Milletine nasip olan bir güneş gibi parlayacaktır.
Adı altın harflerle kazınmıştır yüreklerimize.
Yaptıklarından sadece biri dahi; bir milletin yoktan nasıl var olduğunu anlatır nesillerden, nesillere.
‘’Boz yeleli, Mavi Gözlü, Altın Saçlı Son Bozkurttur O’’ adı: Gazi Mustafa Kemal Atatürk olan.
Yaşamından, yaşamımıza kalan en kutsal izi, bu güzel vatandır.