Süleyman Nazif, Bağdat Vâlisi iken Üçüncü Ordu komutanı Hâfız İsmâil Hakkı Paşa’dan şöyle bir telgraf alır:
Yüz bin okka şeker, beş yüz bin okka un ve on bin okka çay temin edip acele gönderiniz !
Süleyman Nazif’in cevabı, telgrafın dehşeti yanında, yeni açmakta olan bir gül goncası gibidir:
-Çin imparatoruna yazmış olduğunuz bir telgraf, yanlışlıkla vilâyetimize gelmiştir. Telgrafınız okunmuş ve mesuliyetimiz mahşere kalmıştır. Arz ederim, Efendim !
* * *
Süleyman Nazif, İçtihat Dergisi sâhibi Dr. Abdullah Cevdet’e zamanla çok sinirlenmeye başlamıştır. Bir gün O’na sorarlar:
-Din iyi midir, fenâ mıdır ?
-Vallahi bu herkese göre değişir fakat, din fena bir şey olsaydı, Abdullah Cevdet, dinsiz olmazdı. Cevabını verir.
* * *
Bir mecliste, adamın biri, Ahmed Hâşim’i, “Bağdatlıdır, Araptır !” Diye çekiştirmiş. Nazif, yalvarırcasına onun sözünü kesmiş:
-Aman ! Demiş. Bağdat’ı kaybettik, bâri Ahmed Hâşim’i kaybetmeyelim.
* * *
Süleyman Nazif, Abdülhak Hâmid’in yanında sık sık gördüğü ecnebi, hafifmeşrep ve suratsız bir kadından hoşlanmazmış. Bir gün üstadına demiş ki:
-Efendim, Fatma Hanım ölünce “Makber”i yazmıştınız. Şu yanınızdaki de ölürse, her halde “Mezbele”yi yazarsınız.
* * *
Sedat Simavi, haftalık Resimli Gazete’yi çıkarmaktadır. Gazetesinde, pek çok resim bulunmasını istediği için, bir gün Nazif’e yazılarını kısa kesmesini rica eder. Nazif şu cevabı verir:
-Birader, siz Resimli Gazete değil, gazeteli resim çıkartmak istiyorsunuz galiba!