Türkler, Osmanlı döneminde Rumeli coğrafyası ile ilk defa 1354’te Orhan Gazi zamanında tanışmışlardır. Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa, Lapseki (Çardak) Mevkii’ne gelip önce Çardak beldesinde bir mescit yaptırmıştır. Sonra, Çardak – Salbaş Mevkii’ndeki “Salbaş Ağacı” yani meşe ağacından sallar yaparak, bu sallarda dualar okuyarak Gelibolu Bolayır arasındaki Çimse Kalesi yakınlarına çıkmışlar ve Çimsa Kalesi’ni fethederek bayrağımızı kalenin burçlarına dikmişlerdir. Böylece Türkler, Rumeli’deki ilk temel taşını da koymuşlardır. Bu başarıyı padişaha takdim eden Gazi Süleyman Paşa “ Padişahım, şükürler olsun ki denize seccade serdik, artık Rumeli’deyiz” diye müjdelemiştir. Rumeli’ye geçişi bir namaz ibadeti olarak gören Türkler, bundan sonra fethettikleri Balkan topraklarını Rumeli diye isimlendirerek, bu bölgede yaşayan Müslüman Türklere de “Rumelili” tabirini kullanmışlardır.
Aslında, “Diyar-ı Rum” tarihte Müslümanların Anadolu’yu tanımlamak için kullandıkları bir tabirdir. Buradaki Rum’dan kasıt Romalı, yani Doğu Roma’yı ifade etmektir. Bu tabir asla Yunanlıyı veya Rum kimliğini kastetmez. Zira Yunanlılar o dönemde “Helen” diye adlandırılmaktaydı. Nitekim Mevlana Celalettin Rumi ve Eşrefoğlu Rumi gibi büyük Türk âlimleri bu mahyayı Anadolu’da yaşadıklarını belirtmek için kullanmışlardır. Kısaca Rumeli bir kimlik değil coğrafi bir bölgeyi; başlangıçta Anadolu’yu, daha sonra da Balkanlar’ı ifade etmektedir.
Diğer taraftan, Balkanlar’ı Türk yurdu haline getiren Türkler “Müslüman Türk kültürü ile yoğurulmuş” çok farklı örf ve adetlerin yaşandığı Rumeli kültürünü oluşturmuşlardır. Elbetteki bu kültür oluşurken yerel kültürlerden de belirli ölçülerde etkilenerek orijinal bir sentezi de ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca bu kültürün oluşmasında İslam inancındaki Mevlevilik ’in ve Bektaşilik ’in de etkisi çok büyüktür.
Bu sebeple Balkan Savaşı ve 1924 Mübadelesi ile Türkiye’ye göç eden Müslüman Türklere de “Rumelili” denilmiş ve denilmektedir. Bu tabir bir Evladı Fatihan’a yakışan bir tabir olup aynı zamanda şeref ve gururdur. Denize seccade sermiş bir nesle ait olmak duygusudur. Türklük şuuru, İslam anlayışı ile (ham kaba softalıktan uzak) yaşamak demektir. Bu itibarla, Türklük ve Müslümanlık etle tırnak gibidir Rumelili ’de, birbirinden ayrılmaz. Rumelili birine “Müslüman mısın?” diye sorulduğunda “Elhamdülillah Türküm”, “Türk müsün?” diye sorulduğunda ise “ Elhamdülillah Müslümanım” diye cevap verir, bazen etnik olarak Türk olmasa bile.
Rumelililer, bu anlayışı ile Cumhuriyet döneminin de “mayası” olmuşlardır. Rumelileri yok sayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımlamak mümkün değildir. Rumelililerin en büyük gururu ve temsilcisi de Mustafa Kemal Atatürk değil mi?