Yaklaşık yarım asırdan fazla bir zamandır süregelen Kıbrıs anlaşmazlığı, Akdeniz’in tam da orta yerinde dünya gündemini meşgul eden bir sorun olarak durmaya devam etmektedir.
Günümüz Kıbrıs’ında yaşanan sorun, 46 yıl önce taraflar arasında varılan ateş kes antlaşması ile sınırlıdır. 1974’ten sonrası adada iki ayrı devlet kurulu olsa da gerçek durum budur.
Hal böyle olunca; adadaki mevcut duruma 1974’te yaşanan harekât henüz bitmemiş, ara verilmiş de denebilir!
Çünkü 1968 yılından beri devam eden müzakereler sürecinde Rum tarafı bir türlü anlaşmaya yanaşmamaktadır. O zaman; 1974’te kaybeden Rum tarafı olduğuna göre, Rumların aklında başka bir çözüm şekli mi var diye de düşünülebilir?
Ama milletlerarası sorunların çözümü için iki hal tarzı vardır:
Bunlardan birisi tarafların karşılıklı anlaşmaları, diğeri ise sorunun kuvvet yolu ile çözülmesidir.
Umarım Kıbrıs sorununu çözmek için taraflar bir kez daha çatışma yolunu seçmeyeceklerdir. Çünkü savaş, insanlık tarihinin en acımasız olayıdır.
Ancak, aradan geçen bu uzun süreçte adada yaşanan gerçekler, adanın iki ayrı devletli yapısı, her geçen gün daha da kalıcı olmakta; adada yaşayan iki ayrı halk bu yaşam şeklini içselleştirerek alışkanlığa dönüştürmüş olup, yıllardan beri süregelen çözüm müzakerelerinden bir sonuç çıkmayacağını kabullenmiş görünmektedir.
Akdeniz’de mevcut zengin enerji kaynaklarından pay kapmanın türlü oyunlarını oynayan emperyalist güçler; adada süregelen bu anlaşmazlık dönemini kendi menfaatleri için kullanmanın peşinde oldukları için bu müzakere sürecinin bitmemesi onlar için ayrı bir avantaj sağlamaktadır.
Başta ABD, AB, İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Almanya ve İsrail başta olmak üzere diğer bölge ülkeleri her yıl yeni bir çözüm süreci başlatarak, bu büyük enerji pastasından pay almak için Kıbrıs konusunda yeni bir rol üstlenmektedirler.
Pekiyi, bu süreç daha ne kadar devam edecek, adada bir türlü anlaşması mümkün olmayan taraflar, bu sürece daha ne kadar sabredeceklerdir?
Kıbrıs konusuna bu yönüyle bakıldığında;
Mevcut durum, Güney Rum kesimi yönetimini çok da rahatsız etmemektedir!
Çünkü Rum tarafı uluslararası camia tarafından hala adanın yasal hükümeti olarak tanınmakta, haksız, hukuksuz bir biçimde üyesi oldukları AB gibi güçlü bir kuruluştan gelen her türlü yardım Rum hükümetine yaramakta, adalı Rumlar AB vatandaşı olmanın tüm avantajlarından rahatlıkla faydalanmaktadır.
Bunun içindir ki, Rumların adada yeni bir anlaşma olması, ya da olmaması umurlarında bile değildir. Onlar sadece 1974 yılında kaybettikleri topraklara, evlerine geri dönmeyi istemekte; eğer bir anlaşma olacaksa; bu anlaşmada Türk tarafına azınlık haklarından bir fazlasının verilmesine razı olmayacaklarını, adadaki Türk askerinin bir an önce adayı terk etmesini, Türkiye’nin AB üyesi bir ülkede garantörlük hakkının olamayacağını talep etmektedirler.
1974 harekâtından sonra adada değişen güç dengesine rağmen BM-AB-ABD üçlüsü; Rum tarafını adanın yasal hükümeti olarak tanımanın dışında; ada Türklerinin kurmuş olduğu KKTC’yi yasal olmayan bir yapı olarak tanımlamakta, adanın yasal garantörü Türkiye’yi adadaki işgalci güç olarak suçlamaktadırlar.
Yukarıda sıralamış olduğum gerçeklere bakıldığında; gerek Türkiye, gerekse KKTC yöneticileri böylesi adaletsiz bir çözümü kabul etmeyeceklerini; adada sırf anlaşma olsun diyerek ne Kıbrıs Türk Halkının, ne de Türkiye’nin ada üzerindeki yasal ve tarihi haklarının göz ardı edildiği bir anlaşmaya evet demeyeceklerini açıklamışlardır.
Ama daha da önemlisi 2019 yılında sona eren müzakere süreci sonrasında; Türkiye’nin Dış işleri Bakanlığınca, sırf anlaşma olsun denerek bir 50 yıl daha beklenmeyeceğinin altı çizilmiştir.
Bundan sonraki süreç de Türkiye’nin yapmış olduğu bu açıklamaya göre şekillenecek, büyük bir olasılıkla 2023 yılı öncesinde Türkiye, KKTC’nin uluslararası arenada tanınması yönünde yeni bir süreci başlatabilecektir.
Ancak bir de günümüzde yaşanan güncel gerçekler vardır. Akdeniz’de mevcut zengin enerji yataklarının paylaşımının yanı sıra, bir türlü çözülemeyen Kıbrıs sorunu ülkemizin dış politikasında en kritik, en önemli sorunların başında gelmektedir.
Rum-Yunan ikilisinin megalo-idea’larının ortak menfaatleri içinde hem Kıbrıs, hem de Akdeniz’deki enerji kaynakları vardır.
Türkiye ve Yunanistan; ilerleyen süreçte birbiri içine geçmiş ortak menfaatlerinden en çok kimin kazançlı çıkacağının peşine düşmüş, sonu gelmeyen güç gösterileriyle dış politikalarına yön vermektedirler.
Bu süreçte cevaplanması gereken sorular şunlardır:
Ülkemiz Akdeniz’de sonu gelmeyen enerji çatışmalarıyla uğraşırken, 62 yıldan beri çözüm bekleyen Kıbrıs sorununa nasıl bir çare üretecektir?
Türkiye Akdeniz’deki Enerji’nin paylaşımına ortak olma şartıyla; sırf çözüm olsun diyerek, Kıbrıs’ta Rum-Yunan ikilisinin istediği her şeye evet mi diyecek? Yoksa Kıbrıs konusu ayrı bir konu başlığı diyerek, milli menfaatlerimizi enerji pazarlığının dışında mı tutacaktır?
Ya Rum - Yunan ikilisi?
Desteğini aldığı dünya devleri varken; ‘’Enerji mi, Kıbrıs mı?’’ Soruları sorulduğunda sizce hangisinden vazgeçecektir?